Öğrenciyken bir süre
aynı evde kaldığımız, uzun zamandır da görmediğim bir arkadaşım düğününe
çağırmıştı. Sonunda Cumartesi akşamı geldiğinde, gerekli hazırlıklarla
meşguldüm; tıraş olmak, pantolon ve gömleğimi ütülemek, ayakkabılarımı boyamak
gibi. Her şeyimi önceden planlamasını öğrenemedim bir türlü. O gün biraz erken
hareket etmeme rağmen yine de evden çıkmam uzun sürdü. Tıraş olurken çenemin
altını kesmiş, gömleğin yakasına bulaşan kan lekesi yüzünden yeni bir gömlek
ütülemek zorunda kalmıştım. İkinci gömleği giyinip, bu kez yakasını dikkatle
katladıktan sonra bir süre evin içinde dolanıp, bir de sigara yaktım.
Sonunda evden çıkmayı
başarıp, yakındaki duraktan bir taksiye bindim. Ceplerimi yeniden yoklayıp,
telefonumu, cüzdanımı, bir de düğün hediyemi unutmadığımdan emin oldum. Nemli
bir Temmuz akşamıydı. Taksinin klimasının çalışmadığını öğrenince kravatımı
gevşettim. Taksici, bir iki sorusuna kısa cevaplar verince “Keyfin mi yok abi,”
dedi. Duraktaki tanıdığım şoförlerden biriydi. Dalgındım. Ev arkadaşımı
düşünüyordum. Belki biraz da kendi bekar halimi, annemin sızlanmalarını. Fakir
çocuktu Metin, ama her şeyini planlardı. Mezuniyetten sonra uzun süre iş
bulamamıştı. Beş yıldır görmüyordum onu. Sonunda şeytanın bacağını kırmış,
pahalı bir salonda düğün yapacak imkanları elde etmişti demek.
Taksicinin
“Abi burası” demesiyle düşüncelerden kurtulup, şehrin çıkışında, bahçe içinde,
oldukça gösterişli bir düğün salonunun önünde indim. Taksici, “Abi bu bölge
biraz sapa, dönüşte kalabalık olur, belki taksi bulamazsın, kartımı vereyim,
lazım olursa ararsın,” diyerek ayrıldı.
Salona
geçmeden önce kılık kıyafetimi kontrol etmek üzere lavaboya girdim. Aynada
kendimle karşılaştığımda çenenim altındaki kesiğin gömlek yakasını yeniden
lekelediğini fark ettim. Cebimden bir selpak çıkarıp, biraz sıvı sabunla lekeyi
temizlemeye karar verdim. Çabalarım lekenin daha fazla yayılmasından öte bir
işe yaramadı. Artık yapacak bir şey yoktu.
Salonunun girişine
geldiğimde elinde listeler bulunan kızlar adımı sordular. Sonra da “On dokuz
numara, buyurun lütfen,” dedi biri. Büyük, hayli kalabalık bir salondu.
Oturduğum masada herkes yerleşmişti, ama kimseyi tanımıyordum. Ortaya selam verip, sahneyi yandan gören koltuğuma
yaslandım. Masadakiler beni süzmeyi bitirdiklerinde bu kez ben başladım etrafı
incelemeye. Gelin ve damat krallara layık masalarına oturmuşlar, beş altı kişi
ile kuşatılmışlardı. Bu sırada siparişleri alan garsona şarap içeceğimi
söyledim.
Gömlekteki lekeyi fazla
göstermemeye çalışıyor, elimi sık sık yakanın üzerine götürüyordum. Masaların
arasındaki boşluklardan aceleci garsonlar, koşuşturan çocuklar, tuvaletleri ile
göz dolduran hanımlar geçiyordu.
Kadınlar, erkekler, herkes güzel, özenli giyinmişti. Masadakiler bir yandan
konuşuyor, bir yandan da salonu inceliyordu. Kim bilir neler geçiyordu
akıllarından? Birazdan oynayanlar, kurtlarını dökenler olacaktı. Yakın zamanda
dans kursuna gidenler sahne alacak, oynamayı sevenler, sevmeyenler, havasında
olmayanlar, oynayanları küçümseyenler hepsi belli olacaktı. Ben hangi
gruptaydım acaba; utangaçlar, belki de oynamayı beceremeyenler mi? Gerçi alkol
miktarını da hesaba katmak gerekirdi. Ama şu gömlek lekesi keyfimi kaçırmıştı
doğrusu. İnsanlarla göz göze gelmeye çekiniyordum, hele kadınlarla. Hediyemi
bir an evvel vermeli, Metin’i tebrik edip, ayrılmalıydım belki de.
Servis yapılmaya başlandığında,
misafirler yemeklerine gömülmüş, beni ise sıkıntı basmıştı. Düğün salonunun ön
tarafında içki de bulunan büyük bir balkon vardı. Nikah töreni başlamadan hem
ortalıkta fazla görünmemek hem de biraz hava alıp, sigara içmek üzere oraya
çıkmıştım. Bu sırada yanıma birinin sokulduğunu gördüm; güzel bir kadın değildi
bu, masada tam karşımda oturan saçları hafifçe dökülmüş orta yaşlı, kırmızı
yüzlü bir adamdı.
“Ateşinizi kullanabilir
miyim,” dedi.
“Tabi, buyurun.“
“Gömleğiniz lekelenmiş.”
“Evet, doğru düzgün
tıraş olmayı beceremiyorum bir türlü.”
“Gelin tarafından
mısınız, damat tarafından mı?”
“Öğrenciyken kısa bir
süre aynı evde kalmıştık Metin’le. Siz?”
“İkisine de yakınım, aynı işyerindeniz. Onları
ben tanıştırdım sayılır. Nikah şahitleri de ben olmalıydım aslında. Oysa o önemli
kişileri bulmuşlar nedense.”
“O kadar takmayın bence,
şimdi moda bu.”
“Neyse canım, kırgınım
onlara yine de. Metin’in patronun kızıyla evlendiğini biliyor muydunuz?”
“Haberim yoktu, uzun
yıllar görüşemedik.”
“Çok akıllı, planlı
biridir o.”
“Öğrenciyken de
öyleydi.”
“Siz ne iş
yapıyorsunuz?”
“Aynı okuldan mezunuz.
Bir şirkette muhasebecilik yapıyorum.”
“Metin aldı yürüdü
şimdi, genel müdür olduğunu biliyor muydunuz peki?”
“Yok bilmiyordum.
İsterseniz içeri geçelim, sanırım tören başlıyor.”
İçeri girdiğimiz sırada
gelin ve damadın kısa hikayeleri fotoğraflar ve romantik bir müzik eşliğinde
anlatılıyordu. Metin’in öğrenci evinden bir fotoğrafı da dahil etmesi
duygulandırmıştı beni. Gelini tanımıyordum. Alımlı gibiydi uzaktan. Metin de
yakışıklıdır zaten. Sonra nikah şahidi olarak tanınmış iki kişi çağrıldı
sahneye. Alkışlar... Bu sırada karşımdaki adam -adını sormayı unuttuğum- bana
bakarak başını salladı iki yana. Evet’leri de duymuştuk. Alkışlar... Nikah
kıyıldıktan sonra gelin ve damat dansa kalktılar, sahne kalabalıklaştı. Bense
Metin ve eşinin -artık öyle demeliydim- bir an önce masaları dolaşmaya
başlamalarını ve sıranın bizim masaya gelmesi umudundaydım. Sonra koca salonda
bunun biraz zaman alacağını düşünerek yeniden balkona çıktım. Balkon
arkadaşımın elinde içkisiyle yanıma gelmesi uzun sürmedi. Gelir gelmez de:
“Demin söylemeyi unuttum, adım Kamil, ya
sizin”, dedi.
“Kemal.”
“Elinizi sürekli
yakanıza götürmeyi bırakın artık canım, olan olmuş, içelim.”
“Şerefe.”
“Anladığım kadarıyla
bekarsınız.”
“Evet.”
“Bizim şirkete
gelsenize, belki birileriyle tanıştırırım sizi.”
“Yok sağ olun, böyle
şeyleri sevmiyorum pek.”
“Demek aşk evliliği
yapmak istiyorsunuz, bunu daha fazla beklemeyin ama.”
“Ne yapayım, planlayamam
ya aşık olmayı.”
“Onu da yapıyorlar
baksanıza.”
“Nasıl yani?”
“Ne bileyim kadınlar
mesela, önce birini bulup sonra aşık olabiliyorlar bence.”
“Bunu düşünmemiştim, ama
erkeklerin seni seviyorum demeyi kolayca yapabildiğini biliyorum.”
“Herkes değil tabi”
“Doğru. Siz nasıl
evlenmiştiniz?”
“Görücü usulü, bundan da
memnunum, akraba çevremizdendir karım, başkası olsa çekemezdi beni.”
“Neden?”
“Biraz fazla konuştuğum
söyleniyor.”
“Artık içeri geçelim mi,
masaları dolaşıyor olmalı gelinle damat, hediyemizi verelim bari”
“Tabi, iyi olur.”
İçeri geçtiğimizde
misafirler coşmuş, sahne içkinin ve
müziğin de etkisiyle daha çekici hale gelmişti. Yakamı göstermeme gayreti
içinde masaya geçtim. Bu arada gelin ve damadın bizim masaya doğru ilerlediğini
fark ettim. Sıra bana geldiğinde sarılıp tebrik ettim Metin’i. Karısı –Selinmiş
adı- boylu posluydu ama makyajdan güzelliğini kestirmek güçtü. Bir şeyler
eksikti ifadesinde sanki. Bu sırada
Metin kulağıma eğilerek:
“Geldiğin için sağ ol.
Bekar mısın hala?” dedi.
“Öyle.”
“Beklememelisin, harekete
geçmelisin, geleceği planlamak gerekir,” dedi.
“Böyle her şeyi
planlarsak hayatın doğallığını elimizden kaçırmış olabilir miyiz” dedim.
“Ya hayatı kaçırırsak
elimizden?” dedi o da. Bir şey diyemedim. Bütün konuşmamız da bu kadardı.
Sırada daha çok kimse vardı onu tebrik edecek.
Hediyemi verdiğime göre
ayrılabilirim diye düşündüm. Hem Metin’in söyledikleri canımı sıkmıştı biraz.
Kamil Bey’le göz göze geldik. Gideceğimi anlamış olacak ki:
“Gitmeyin hemen, biraz
oynayalım canım,” dedi.
“Yok, rahat değilim
biliyorsunuz, gitsem iyi olur.”
“Arabanız var mı?”
“Yok.”
“Ben sizi
bırakabilirim.”
“Sağ olun, bizim
duraktan bir taksi gelecek.”
“Hayret dönüşünüzü
planlamışsınız.”
“Yok benim değil,
taksicinin planıydı bu.”
Yorumlar
Yorum Gönder