Tolstoy’un günlükleri ve çeşitli konulardaki fikirleri

 

Tolstoy bir sanatçıydı. Nabokov’un deyimiyle romanlarında yaşamı canlandırmak gibi olağanüstü bir yetenek geliştirmişti. Bazı yazarlara göre dünya eğer kendini yazsaydı Tolstoy gibi yazardı. Yani böylesine gerçekçi, doğal ve özgün bir stile sahipti. Anna Karanina ile Savaş ve Barış adlı romanları dünyada bugüne kadar yazılmış en iyi romanlar arasındaki yerini koruyor.

 

Tolstoy bir insan olarak da kendisiyle sürekli cebelleşen, eleştiren, kurallar koyan, kendini aşmaya çalışan, yonta yonta kendi heykelini yapan biriydi kuşkusuz. Yine de huzurlu değildi ve arayışı hiç bitmedi. Ellili yaşlardan sonra içine girdiği bunalım sonrasında artan dini duygularına rağmen, aklını hiçbir zaman tatile çıkarmadı. Parlak bir zekaya sahipti. İddia edildiği gibi sanatını reddetmedi ve edebiyat aşkı hiç dinmedi. Diriliş ve Hacı Murat gibi romanlarını hayatının son dönemlerinde yazdı. Yani enerjisini ve üretkenliğini hiç kaybetmedi. Öldüğü güne kadar günlük tuttu.




 

Günlüğüne ilk defa 18 yaşında, 17 Mart 1847 tarihinde Kazan üniversitesinin polikliniğinde yakalandığı zührevi hastalık sırasında yazdı. Genç ve kararlı Tolstoy 24 Mart günü ise şunu yazdı: 

 

”Yapman gerekeni ihmal etmeksizin, ne pahasına olursa olsun yap.”

 

İşte Tolstoy’un günlükleri çok ilginç yaşam öyküsünün, sanat ve hayat mücadelesinin, fikirlerinin ve önemli olaylara verdiği tepkilerin izleriyle dolu. Gençlik yıllarında kendine koyduğu kurallara ve hırslarına, şehvet düşkünlüğü ve zaaflarına, edebiyat merakına, evliliğine giden yola, karısıyla olan fırtınalı ilişkisine, Marksizm, sanat, edebiyat, medeniyet, savaş, şiddet, milliyetçilik, Batı, din, aile, evlilik, hayat, ölüm, diğer Rus yazarları gibi birçok konudaki görüşlerine ilişkin çok değerli kaynaklar günlükleri.

 

Michel Aucouturier’un dediği gibi Tolstoy’un güncesi, bir kavganın, sürekli bir hoşnutsuzluğun ve sürekli bir kendini aşma gereksinmesinin kesin tanıklığını gösteriyor.

 

Tolstoy’un eserlerinin doksan ciltlik bir Sovyet baskısı olduğunu ve bunların on üç cildinin günlükleri ve defterlerinden oluştuğunu biliyor muydunuz? Günlüklerin bir bölümünü derleyen Reginald Frank Christian’a göre bu günlükler hiçbir zaman tamamen tercüme edilmeyecek gibi görünüyor.

 

Christian’a göre Tolstoy’un günlüklerinde son kayıt Astapovo tren istasyonunda ölüm yatağında iken 3 Kasım 1910 tarihinde yazılmış. Tolstoy’un yazdığı son kelimesi “ben” olmuş. Belki de bu kelime yeni bir cümlenin başlangıcıydı ama devamı gelemedi.

 

Malum Tolstoy 82 yaşında bir Ekim gecesi dönmemek üzere evini terk etmişti. Bunun en önemli sebebi karısı Sofya’ya olan kızgınlığı ve ailesinin fikirlerini ve yaşamını takip etmemesi nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığıydı. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazıyı aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.

https://samihguven.blogspot.com/2021/04/tolstoyun-son-yolculugu.html

 

Tolstoy ömrü boyunca kalemi elinden düşürmedi. Orta yaşlarından sonra ve özellikle de yaşlılık döneminde daha çok yazdı. Fakat en önemli eserleri olan Savaş ve Barış ile Anna Karanina’yı yazdığı 1865-1878 döneminde bir boşluk olduğunu söylüyor Christian.

 

Bu dönem aynı zamanda Tolstoy’un evlendiği ve hayatına düzen ve disiplinin geldiği yıllardı. Tolstoy aşık olduğu Sofya Behrs ile 1862 yılında evlenmiş ve yaratıcılığı için aradığı teşvik edici ortamı yakalamıştı. Fakat sonraları evliğe ve karısına olan bakış açısının olumsuz bir seyir aldığı görülüyor.

 

Dergah yayınlarınca çevirileri yayımlanan Reginald Frank Christian’a göre Tolstoy’un günlükleri benzersiz bir şahsiyetin gelişim aşamalarının eşsiz kayıtlarıdır.

 

Neden benzersiz bir şahsiyettir Tolstoy? Neden bu kadar yaratıcı olduğu halde, bu denli büyük bir üne kavuştuğu halde kendisiyle bu denli cebelleşmiş, karısı Sofya’yı da boynundaki değirmen taşı olarak nitelemiştir? İşte bu soruların cevaplarını da günlüklerden anlamak mümkün sanırım. Fakat kanımca Tolstoy hiçbir zaman son sözü söylemedi ve iflah olmaz bir şüpheciydi. Çünkü insan hiçbir zaman aynı kalmıyor. Hele Tolstoy gibi her şeyi sorgulayan, kendini aşmaya çalışan biri asla.

 

Günlüğüne şöyle yazmış:

 

“En yaygın aldatmacalardan biri insanları iyi, kötü, aptal ya da zeki olarak değerlendirmektir. İnsan bir akış halindedir ve kendi içinde her potansiyeli barındırır. İşte insanın yüceliği burada yatar.”

 

Tolstoy’un yetişkinlik ve yaşlılık dönemindeki fikirleri ve arayışı bir hayli ilginç ve derin. Fakat genç Tolstoy, onun kuralları ve kendini yetiştirme çabası da bir o kadar ilginç kanımca. Tolstoy Tolstoy olduysa o genç adamın zaaf ve çabalarıyla oldu aslında.

 

İki yaşında annesini, dokuz yaşında babasını kaybeden ve soylu bir aileden gelen Tolstoy’u teyzesi büyütmüştü. Sonradan sevginin manevi gücünü onda buldum demiştir. Anne ve baba telkinlerinden yoksun kalan Tolstoy’un Kazan Üniversitesindeki Doğu dilleri ve hukuk eğitimi yarıda kalmış ve Yasnaya Polyana’daki çiftliğine dönmüştü. Bu hiç şüphesiz kolay bir karar değildi. Getirdiği bir stres olduğu kesin. Bu yüzden kendi kendini eğitme ve adam etme iddiası onun için bir yaşam prensibi ve zorunluluğuna dönüşmüştü.

 

Genç Tolstoy’un günlüklerindeki kurallar her zaman geçerliliği olan konular kanımca.  Günlük tutma amacını da başlangıçta “kendi yeteneklerinin gelişimini izlemek” şeklinde açıklıyor. Ama bunun vazgeçilmez bir alışkanlık haline geldiği anlaşılıyor. Karısı Sofya ile birbirlerine kızdıklarında ikisi de günlüklerine sarılıyor deyim yerindeyse. Ayrıca günlüklerini kullanarak “kendi tarzını oluşturma” gibi bir amacı olduğu da anlaşılıyor. Zaman zaman doğa tasvirlerine giriştiği görülüyor mesela. Tolstoy matematik, yabancı dil, tarih, felsefe gibi konularda bilgi sahibi olmanın önemine değiniyor. Sürekli kendini nasıl geliştirebileceğine kafa yoruyor. Elbette kafasını taktığı asıl konu edebiyat.

 

Mesela şöyle bir şey yazmış: “Şu işlerde bir stil oluşturmaya çalış: sohbette, yazmada.”

 

Genç Tolstoy’un fiziksel iradeyi geliştirmek, duygusal iradeyi geliştirmek, entelektüel faaliyetleri geliştirmek başlıklarında bolca kurallar yazdığını görüyoruz. Entelektüel yeteneklerini geliştirmek için koyduğu kurallardan biri “okuduğu önemli kitapları değerlendirmek ve onlardan özet çıkarmak.”

 

Bazen de hatalarından söz ediyor: Örneğin şunları yazmış: “Bugünün bütün hataları: Kararsızlık, enerjisizlik, kendini aldatma, yeni bir şeyin kötü olduğunu sanma, acelecilik.”

 

İnsanın kendini dürüstçe tanımaya çalışması değiştirme yönünde atılmış önemli bir adım aslında.

 

Tolstoy koyduğu kurallara uymadığında hayal kırıklığına uğruyor elbette ama yine de bunlardan vazgeçmiyor. Şöyle yazmış örneğin:

 

“On beşinde kurallar yazmaya çalışmak ve otuzuna geldiğinde hala aynı şeyleri yapmaya devam etmek! Ama tek birine bile güvenmemek ya da uymamak çok saçma. Yine de onlara inanmak ve onları istemek için nedenlerim var. Kurallar ahlaki ve pratik olmalı.” 

 

Tolstoy zaman zaman kendini aylaklık ve tembellikle suçlasa da bunlara hiç tahammülü olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Tolstoy kesinlikle çalışkan bir adamdı. Şunları yazmış:

 

“Titizlikle çalışmak ve bütün gücünü yoğunlaştırmak şart. Sonra bırak isterlerse kürsüye tükürsünler.”

 

“Aylaklık korkunç bir felakettir.”

 

Fakat Tolstoy’un kafası netleşmiş ve edebiyata ömrünü vereceği belli olmuştu. 35 yaşında şunları yazmış:

 

“Seçmek zorunda değilim. Seçim uzun süre önce yapıldı. Edebiyat, sanat, pedagoji ve aile. Çelişki, ürkeklik, tembellik, zayıflık. İşte bunlar benim düşmanlarım.”

 

Tolstoy 27 yaşında ise şöyle yazmış:

 

“Bir daha kalemi elime almayacağımı haykırdığım ilk öfke anıma rağmen edebiyat benim esas ve tek mesleğim. Bütün diğer eğilimler ve uğraşların önünde yer alıyor. Amacım edebi bir ün kazanmak.” 

 

Tolstoy genel olarak sanatı duyguların ifadesi ve iletilmesi olarak görüyordu ve sanatın gücünün farkındaydı. Son dönemlerindeki eserlerinde ise daha ahlakçı olduğu söylenebilir. Romancılığı ustalaştığı zamanlarda şu değerlendirmeyi yapmış:

 

“Bir romancının şiirselliği şunlardan oluşur: Olayları kombine etmeye ilgisi, bir tarihsel olaya dayandırılan örf ve adetler, şartların güzelliği ve neşe vericiliği, insan karakterleri.”

 

“Estetik ve etik aynı kaldıracın iki koludur. Bir taraf uzadığı ve ağırlaştığında diğer taraf kısalır ve hafifler.”

 

“Kamuoyu önüne tam anlamıyla bitirilmemiş beceriksiz ve hatta zayıf bir eserle çıkmak istemiyorum ve bu kötü bir davranış.”

 

İleri yaşlarında bakış açısı değişse de edebiyattan hiç soğumamıştır. Şunu yazmış:

 

“Edebi çalışmalarımın önünü kesen bazı işler yapıyorum ve edebi çalışmayı arzuluyorum. Edebiyata çok açım.”

 

Tabi ilginç noktalardan biri onun diğer Rus yazarların eserleri hakkındaki görüşleri. Tolstoy’un Turgenyev ve Çehov ile sık sık görüştüğü ve onları sevdiği anlaşılıyor. Gerçi Turgenyev ile bir tartışma sonrası düello yapmak istemiş ama Turgenyev’in çabasıyla bundan vazgeçilmiş.

 

Genel olarak Dostoyevski’den çok bahsetmiyor. Christian’ın aktardığına göre Tolstoy özellikle Karamazof Kardeşlere hayranlık duysa da Dostoyevski’yi üstün körü yazım tarzı ve doğal olmayan diyaloglar nedeniyle eleştirmiş. Tabi Dostoyevski’nin siyasi fikirlerinden hiç hoşlanmayacağı açık. Dostoyevski’nin ilginç fikirleri hakkındaki bir yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://samihguven.blogspot.com/2019/09/dostoyevskinin-ilginc-fikirleri.html

 

Tolstoy’un Gogol hakkındaki görüşü ise şu şekilde ifade edilmiş günlüklerde:

 

“Gogol muazzam bir yetenek, harika bir kalp ve zayıf, ürkek bir akıl. En büyük talihsizliği kilisenin ve devletin yerleşik sözde dini öğretisine teslimiyeti.”

 

“Gogol kendisini tamamen yeteneğine teslim ettiğinde sonuç mükemmel ve gerçek anlamda sanatsal eserler oluyor. Kendisini tamamen ahlak ve dine hasrettiğinde de iyi ve yararlı eserler çıkıyor ama sanat eserlerine dini önem katmak istediğinde sonuç korkunç, iğrenç bir saçmalık oluyor. “Ölü Canlar”ın ikinci kısmında ve başka yerlerde durum böyle.

 

Tabi Tolstoy’un bu tespitine rağmen hayatının son yıllarındaki bazı eserlerinde gündeme getirdiği amaç ve konular bu açıdan ilginç.

 

Tolstoy Puşkin’in şiirlerini ve özellikle Yevgeniy Onegin adlı eserini çok beğeniyor ama yine de Dostoyevski’nin yaptığı gibi onu Rus edebiyatının peygamberi olarak görmüyor kanımca. Çehov öykülerini ve yeni yazım tarzını ise beğeniyor ama çoğu zaman fazla derinleşmediğini düşünüyor.

 

Şunları yazmış mesela:

 

“Açıkça anladım ki Puşkin gibi Çehov da formda ilerleme kaydetti ve bu büyük bir hizmet ancak yine Puşkin gibi içerik açısından zayıf.

 

“Yüzbaşının kızını okudum ve itiraf etmeliyim ki Puşkin'in bu nesir eserinin dili bakımından değil ama anlatım üslubu bakımından modası geçmiş. Günümüzün yeni edebiyat ekolünde olayların kendisi yerine duyguların ayrıntılarına ilgi gösteriliyor. Puşkin öyküleri oldukça çıplak.”

 

Gonçarov’un önemli eseri hakkında ise şunları söylemiş: “Oblomov’u okumayı bitirdim, ne kadar sıradan!”

 

Tolstoy 25 Ekim 1891 tarihli mektubunda 63 yaşındayken yaptığı kendisini etkileyen kitaplar listesinde tesiri büyük eserler arasında Gogol’un Ölü Canlar, Palto, Neva Caddesi gibi eserlerini, Puşkin’in Yevgeni Onegin adlı eserini, Turgenyev’in Avcı'nın Notları adlı eserini, Lermontov’un Zamanımızın bir kahramanı adlı eserini saymış. Dünya yazarlarından Homeros'un İlyada ve Odysseia, Gothe'nin çeşitli eserlerini, Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu’nu, Sefiller gibi eserleri ve bazı başka eserleri saydığını görüyoruz. 

 

Tolstoy’un yetişkin zamanının geçtiği 19. yüzyılın ikinci yarısı Rusya’nın en karışık zamanıydı aslında. Tolstoy çarlık sisteminin yıkılacağını anlamıştı tabi. Ama yerine ne gelecekti bu daha önemliydi. O dönem çok sayıda siyasi akım ve farklı görüşler söz konusuydu. Tolstoy şiddete ve iktidarın şiddet yoluyla ele geçirilmesine karşıydı. Ayrıca amaca giden her yol meşrudur anlayışına da karşıydı. Gandhi ile aralarında mektuplaşmalar olmuş ve Gandhi ondan çok etkilenmişti.

 

Tolstoy toprakta özel mülkiyete karşıydı. Tolstoy genelde farklı bir bakış açısı olsa da Hristiyanlık açısından çözüm arıyor, bazen de bütün dinlerin üstünde ortak bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyordu. Onun anarşizme yakın olduğu söyleniyordu. Ama şunları yazmış günlüğüne:

 

“Anarşistler arasında sayılıyorum ama ben bir anarşist değilim. Benim anarşizmim yalnızca Hristiyanlığın insan ilişkilerine uygulanmasından ibaret. Aynısı anti militarizm, komünizm ve vejeteryanlık için de geçerli.” 

 

Tabi Tolstoy’un Marksizm hakkındaki görüşleri bir hayli ilginç. Çünkü tarihin nasıl ilerlediği konusunda modern zamanlarda din ve medeniyet kavramlarına yapılan atfa benzer nüveler taşıyor fikirleri. Şu satırları yazmış:

 

“Marks'ın öngörüleri gerçekleşecek olsa bile olacak tek bir şey var o da despotizmin transfer edilmesi. Şimdi kapitalistler iktidarda, o zaman işçilerin patronları iktidar olacak. Marksistlerin hatası insanoğlunun yaşamının ekonomik nedenlerle değil bilincin gelişimi ile dinin gelişimi ile ve yaşam anlayışının daha genel ve daha fazla gelişmesi ile ilerleyeceğini görmemeleridir. Marks'ın temel yanlış yargısı ve ana hatası sermayenin özel bireylerin elinden hükümetin eline, hükümetin elinden halkın temsilcilerinin eline emekçilerin eline geçeceğini varsaymasıdır.”

 

Günlüklerde Rusya ve Rus halkı hakkındaki görüşlerini de merakla arayıp durdum ama bu konuda çok az şey buldum. Tolstoy’un yaşadığı yıllarda savaşlar çoktu. Rus-Japon savaşı sırasında Çarı şiddetle eleştirmişti örneğin.

 

Kendi de gençlik yıllarında abisinin yanında cepheye gitmiş ve Kırım Savaşına katılarak görev almıştı. Tolstoy elbette vatanseverdi ama savaşa da milliyetçiliğe de karşıydı. Milliyetçiliği özgürlüğün gelişmesi önündeki muazzam bir engel olarak görüyordu.

 

Batıya ziyaretler yapan Tolstoy’un Batıcı fikirler ileri sürdüğü söylenen Turgenyev ile de sert tartışmaları olduğu biliniyor. Ruslar ve Batı hakkındaki şu görüşleri ise bir hayli ilginç:

 

“Rus halkı medeniyetsiz barbarlar ise o zaman bir geleceğimiz var demektir ama Batılı milletler medeni barbarlardır ve onların gelecekten bekleyecekleri hiçbir şey yok. Bizim için Batı milletlerini taklit etmek tıpkı sağlıklı, sıkı çalışan yozlaşmamış bir delikanlının otelinde oturan kel kafalı zengin bir genç Parisliye imrenmesi gibidir.”

 

“Kişisel egoizm küçük bir kötülük iken aile egoizmi biraz daha büyük, parti egoizmi daha da büyük, devlet egoizmi ise en büyük ve en korkunç egoizmdir.”

 

“İnsanlar genellikle ilerlemenin bilgi artışından, yaşamın iyileşmesinden oluştuğunu sanıyorlar ama öyle değil. İlerleme ancak ve ancak yaşamın temel sorunlarına verilen cevapların gittikçe daha çok açıklığa konuşmasından oluşur. Hakikat daima insana açıktır aksi olamaz. Zira insanın ruhu ilahi bir kıvılcımdır, hakikatin ta kendisidir.”

 

Tolstoy’un sürekli kafa yorduğu konulardan biri de din, Tanrı, hayat ve ölümdü. Dini görüşlerinin farklılığı nedeniyle kilisenin şiddetli tepkisini çektiğini ve aforoz edildiğini unutmayalım. Diğer taraftan Çehov’un iddia ettiği gibi ölümden korkmuyordu kanımca.

 

Bu konularla ilgili seçtiğim bölümler şu şekilde:

 

“Ölüme karşı yaklaşımım hiçbir zaman korku değil, yalnızca yoğun bir merak.”

 

“Ölürken hayatı hala eskisi gibi Tanrıya doğru ilerleyiş, sevgi artışı olarak görüp görmediğimin sorulmasını isterim. Eğer konuşmaya gücüm olmazsa ve yanıt evet ise gözlerimi kapatacağım. Eğer yanıt hayır ise yukarı bakacağım.” 

 

“Tanrı var mı bilmiyorum. Benim manevi benliğimi yöneten bir yasa olduğunu biliyorum. O yasanın kaynağı ve nedenini Tanrı olarak adlandırıyorum.” 

 

“Yaşamak ölmektir, iyi yaşamak iyi ölmek anlamına gelir. İyi ölmeye çalış.”

 

“İnsanlar Tanrıya itaat etmiyor ama ona ibadet ediyor. İbadet etmeyip itaat etmek çok daha iyi.”

 

Tolstoy’un kendisi ve etrafıyla cebelleşmesi ise hiç bitmemiş. Günlüğünde kendisinden memnun olmadığı zamanlardaki değerlendirmelere çokça rastlanıyor. Genel olarak hayat ve etrafındaki olan biteni de düşünüp durmuş. Şunları yazmış örneğin:

 

“Uzun bir süre yaşadığınızda, 55 yıllık bilinçli bir yaşam sürdüğünüzde, kendini yaşama adapte etmeye yönelik bütün girişimlerin ne kadar sahte ve imkansız olduğunu anlıyorsunuz. Yaşamda istikrarlı hiçbir şey yok.”

 

“Benden nefret eden insanlar yıkıp dağıttığım yarı dini görüşleri yüzünden nefret ediyorlar. Beni sevenler de kendileri için çok önemli görünen Savaş ve Barış gibi önemsiz eserler için beni seviyorlar.”

 

Tolstoy’un karısı Sofya ile yaşadığı sorunlar nedeniyle evliğe ve kadınlara bakışında karamsar olduğunu görüyoruz:

 

“Evlilik yalnızca mutsuzluk değil aynı zamanda daima ıstıraptır. Cinsel arzunun tatmininin bedeli olarak çekilen ıstıraptır.”

 

“Zaman zaman kendime soruyorum: Ne yapmalıyım? Herkesten kaçmalı mıyım? Nereye? Tanrıya? Ölmeye? Ölümü günahkar bir tarzda arzuluyorum.”

 

“Karım ben ölene kadar benim ve çocukların boynunda bir değirmen taşı olarak duracak. Muhtemelen öyle olmak zorunda.” 

 

Tolstoy’un kendisiyle uğraştığı da oluyordu elbette:

 

“İkinci husus benim çifte yönlülüğüm. Bazı sabahları ve geceleri gerçekten bilge ve iyi bir adamım. Bazen de son derece zayıf, asabi ne yapacağını bilmez bir adamım.”

 

Kadınlarla ilgili görüşleri genelde Sofya’ya duyduğu kızgınlık nedeniyle sivrilmiş olabilir. Ama biraz ön yargılı olduğu anlaşılıyor:

 

“Erkek ile kadın arasındaki fark şudur: Erkek daima şehvet hisseder ama onu bastırabilir. Bir kadınsa ancak zaman zaman şehvet hisseder ama onu bastırılamaz.” 

 

“Kadınların cesaret ve güzelliği sevdiği ya da bunları seven insanları sevdiği söylenir. Bu gerçeğe aykırıdır. Kadınlar kendilerini ne yapacaklarından emin olanlara teslim ederler ve kendilerini teslim ederken kendilerini teslim ettikleri kişileri sevmekle hakir olduklarını kanıtlamak isterler.”

 

Yaşamın anlamı konusunda şunları yazmış:

 

“Yaşamın anlamının Tanrının iradesinin yerine getirilmesi olduğuna ve bu iradenin içindeki ve dünyadaki sevgi miktarını artıracağına inanıyor muyum? Gerçekten inanıyor muyum? Sevgiyi artırarak ve bütün sevilenleri birleştirerek kendime gelecek yaşam için yol mu döşüyorum? Bu soruya kesin olarak inanmadım, cevabını vermeye zorlandım. Peki ben neye inanıyorum diye sordum kendime ve samimiyetle iyi olunması gerektiğine inandığım cevabını verdim. Mütevazi olmaya, affetmeye ve sevmeye, bunlara bütün varlığımla inanıyorum.” 

 

Tolstoy Yasnaya Polyana ve Moskova arasında gidip gelmiş ama genelde çiftliğinde yaşamış. Günlük hayatını, yazmak, ziyaretler, ailesi, çiftlik ve köylüler ile ilgili konular meşgul etmiş. Şunları yazmış mesela:

 

“Çoğalttığım metni okudum ve biraz düzelttim. Biraz ot biçip çizme dikeceğim. Yarın saat 5’te kalkacağım. Ama henüz sigarayı bırakamadım. Uzun süre ot biçtim. Öğle yemeği yedik. Sonra akşam geç saatlere kadar çizme diktim. Sigara içmedim. Etrafımdaki aynı parazit yaşam olanca hızıyla sürüyor.”

 

Tolstoy’un günlüklerinden öne çıkarmak istediğim bölümler çok kısa olarak bu şekilde. Son olarak yazarlığı yanı sıra bilge ve öğretmen Tolstoy’un insanlara seslendiği şu bölümü de aktarmak istiyorum:

 

“Sevgili kardeşlerim! Niye kendinize ve diğer insanlara işkence ediyorsunuz? Niye insanları değiştirmeye ve iyileştirmeye çalışıyorsunuz? Bunu ne siz ne de başkası yapabilir. Ama insanların yaşamlarını değiştirmeye ve iyileştirmeye çalışmak, hem size hem de diğer insanlara zulümdür, sizin ve onların yaşamlarına zarar verir. Dünyadaki hiçbir insan diğer insanlarda reform yapmak için görevlendirilmedi. Herkesten yalnızca kendisinde reform yapması ve kendisini iyileştirmesi beklenmelidir.”

 

 

KAYNAKLAR:

-Tolstoy, Günlükler, 1847-1910, Dergah Yayınları

-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı

-Riasanovsky, N. ve Steinberg, M., Rusya Tarihi

-L. Tolstoy, İtiraflarım

Yorumlar