Ne zaman güzel bir köprüde dursam Heinrich
Böll’ün “Köprüde” adlı öyküsünü hatırlarım. Usta Heinrich Böll’ün bu öyküsünde,
ikinci dünya savaşı sonrası “bacakları onarılan” adama oturabileceği bir iş
verilir. İşi gelip geçenleri saymaktır köprüde. Toplayıp çıkaracakları, binbir
çeşit istatistik üretecekleri sayılar armağan etmektedir üstlerine. Oysa doğru
değildir bunlar. Çünkü bir sırrı vardır ve amirleri asla bilmeyecektir. Her gün iki kez dondurmacıda çalışan bir kız gelip geçmektedir. Aşıktır
ona ve sayamaz. Sayıların anlamsızlığına, yüzde hesaplarının hiçliğine
dönüştürmez onu.
Şimdi, bir Ekim günü, Lujkov köprüsü veya
diğer adıyla Aşıklar Köprüsü üzerinde, yüzlerce kilitle kaplı o metal ağaçlara
bakarken bu öyküyü hatırlıyorum yine.
Bir de, Blotnaya Meydanı’ndaki parkta, köprüyü uzaktan kederli gözlerle izleyen, cebindeki kilidi çıkarıp uzun uzun bakan ve sonra da kayıplara karışan o adama rastlayışım geliyor aklıma.
Bir de, Blotnaya Meydanı’ndaki parkta, köprüyü uzaktan kederli gözlerle izleyen, cebindeki kilidi çıkarıp uzun uzun bakan ve sonra da kayıplara karışan o adama rastlayışım geliyor aklıma.
Lujkov köprüsü, Bolotnaya meydanını
Kadashevskaya bendine bağlayan bir yaya köprüsü. Belediye başkanı Yuri Lujkov’dan almış adını. Tretyakov mimari
topluluğunun ayrılmaz bir parçası.
Köprüye ilk kez Nisan 2007’de metal bir “aşk ağacı” konulmuş. Kilitler
dolup taşınca devamı gelmiş elbette.
Köprüyü
baştan sona yürüyüp kilit yüklü bir ağacın yanında duruyorum yeniden. Ağaçlara
kalp şeklinde kilitler asarak anahtarını nehre atan, anların tekrarı imkansız
ve geri getirilemez büyüsü içinde, mühürlü kalplerinin tek bir yürek gibi
çarpmasını hayal eden çiftleri izliyorum. Rengarenk kilitleri, sevgililerin baş
harflerini, sallanan çaputları büyük bir sorumlulukla taşıyan o yorgun metal ağaçlara
bakıyorum uzun uzun.
Muhatabıyla vücut bulan ama asıl olarak kendi coşkumuzun, heyecanımızın, korkularımızın
sınırlarında şekillenen bu büyük duygunun kaynağı nedir? Sayfalar boyunca,
kitaplar boyunca tartışılabileceği açık. Ama şu var ki şehirlerde köprüsü
olmalı aşıkların.
Nehrin
üzerinde ışıklar parıldıyor, zaman akşama dönüyor artık. Gelinlikleri ve
damatlıklarıyla yeni evlenen çiftleri, geçerken öpüşmeyi ihmal etmeyen ya da
sırf öpüşmek için buraya gelen gençleri, fotoğraf çeken meraklıları geride
bırakıp uzaklaşıyorum köprüden.
Novokuznetskaya
metrosu’na yürürken bunları düşünüyorum. Bir de kederli gözleriyle
ansızın karşılaştığım ve bir daha hiç görmediğim o adam geliyor aklıma. Lujkov köprüsü’nden onun da geçtiğini
biliyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder