Bütün güzel sabahları,
umudu, masumiyeti, herkesi, her şeyi içine alıp yok ediyor savaş. Bir kez çalışmaya
başladığında yıkıma yeminli bir makina gibi yutuyor insanları, şehirleri...
İşte bu yüzden İkinci
Dünya Savaşı insanlık tarihinin en büyük felaketi. Bu savaşta 50 milyondan fazla
insan hayatını kaybetti. Sadece Sovyetler Birliği coğrafyasında 27 milyon insan
öldü. Masum siviller, kadınlar, çocuklar katledildi.
Altı yıl süren bu Savaş
gerçek bir karanlık, dehşet ve kıyamet anlamına geliyor. Bu yüzden asla unutulmamalı.
Ülkesi bu savaşa dahil olsun olmasın yeryüzündeki her bir insan oğlunun
hatırlayacağı bir konu olmalı her daim. Okullarda bununla ilgili kitaplar
okutulmalı, belgeseller, filmler gösterilmeli.
İkinci Dünya Savaşı ile
ilgili çok etkileyici kitaplar, filmler var. Belgesellerdeki görüntülerde yara bere
içinde, ölgün yüzlü, titreyen ellerinde sıcak bir kap tutmaya çalışan, donmak
üzere olan insanların çaresizliğini ve özlenen ölümü görüyorsunuz.
Peki neydi bu savaşın
nedeni? Hitlerin hastalıklı demagojisi, Birinci Dünya Savaşı gazilerinin
acıları üzerinden yaptığı sömürü, bu savaşın etkilerini silme isteği, ekonomik
sorunların savaş ekonomisi yaratılarak çözülmeye çalışılması savaşın en önemli
nedenleri. Ama ideolojik olarak faşist bir bakış açısını en başa
koymak gerekiyor.
Hoşgörü ve kültür
merkezi olan Berlin’in Hitlerin 1933’te gelişinden sonra hızla kabusa doğru
yaklaşması, bir tür cehenneme dönmesi, Avrupa başkentlerinin başına gelenler, Varşova,
Paris, Brüksel, St. Petersburg gibi şehirlerin yaşadığı yıkım dehşet verici.
14 Haziran
1940’da Paris’e girildiğinde semalara Nazi bayrakları çekiliyor, komutanlar
Versay Barış Anlaşmasının orijinal kopyasını Hitlere gönderiyor. Mütarekenin
imzalandığı vagona biniyor Hitler. Aynı vagonda Fransızlara yeni mütareke
şartları bildiriliyor.
Hitleri durdurmak için
birçok ülke mücadele ediyor. Ruslar, Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar, Polonyalılar,
Belçikalılar ve diğerleri. Birçok Alman da buna dahil elbette. Ama Churchill’in
ağırdan alması, Roosevelt’in gecikmesi, diğer dünya ülkelerinin bir şekilde olanları
engelleyememesi de çıkarılacak dersler arasında.
Hitler onca şehri,
insanı yok ettikten sonra saldırmazlık anlaşması imzalamasına rağmen Barbarosa
operasyonunu başlatıyor ve St. Petersburg, Moskova ve Kiev gibi şehirleri hedefliyor.
22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne giriliyor. Baltık ülkelerindeki Yahudiler
özel olarak hedef alınıyor.
Sovyet halklarının
direnişi ise bu savaşta özel bir öneme sahip. Hitleri durduran en önemli
direniş bir bakıma. Moskova yollarında çamur, buz, kar, hastalıklarla mücadele
ediyor Alman askerleri. Ama bu büyük direnişte Sovyet coğrafyasındaki hemen herkesin
insanüstü çabası ve fedakarlığı yatıyor. Hayatını kaybeden insanlar o zamanki
toplam nüfusun yüzde 15’i. Yetişkinlerin ve erkeklerin yüzde kaçı olduğunu
düşününce dehşeti ve fedakarlığı daha iyi anlamak mümkün.
Sonunda Hitler intihar
ediyor malum. Nazi liderlerinin çoğu aynı sona gidiyor. Birçoğu da yargılanıp
idam ediliyor. Hitler’in propaganda bakanı Goebbles’in kendi elleri ile
zehirlediği altı küçücük çocuğunu yan yana görünce insan ne düşüneceğini
bilemiyor. Ve soruyor kocaman harflerle. Neden? Ne içindi bütün bu bunlar? Neden kimse zamanında
engelleyemedi olanları?
İkinci Dünya Savaşında
yaşanan Yahudi katliamı ise insanlık tarihinin en korkunç olaylarından. Auschwitz
kampındaki manzaraları insanın aklı ve vicdanı kabul edemiyor.
Nazilere ve
yaptıklarına en güzel cevaplardan birini yine bir Alman veriyor kanımca. Heinrich
Böll Alman savaş sonrası edebiyatının en önemli yazarı. “Yolcu Sparta’ya
Varırsan Eğer” adlı muhteşem kitabında anlamsız yere ölüme giden, içine
girdikleri sarmalın ve dehşetin kurbanı olan Almanların korkularını, acılarını
ve nefretlerini anlatıyor. Savaşın bir noktadan sonra nasıl kendi bildiğini
okuduğunu ve herkesi nasıl bir kurban haline getirdiğini anlatması açısından çok
önemli bir kitap.
Moskova’da 9 Mayıs
Zafer Günü’nde düzenlenen Ölümsüz Alay Yürüyüşünü izlemiştim bir defasında. O
psikolojiyi anlamak istemiştim. Ellerinde yakınlarının fotoğraflarıyla yürüyen
bu insanların arasında iken, cadde boyunca duyulan savaş için yapılmış içli ve
can yakıcı müzikleri dinlediğimde ikinci dünya savaşının ne denli korkunç bir
şey olduğunu, savaşın aslında nasıl bir yıkım olduğunu bir kez daha anlamıştım.
Bunu orada hissetmiştim gerçekten ve o gün üzerime tuhaf bir ağırlık çökmüştü.
Yorumlar
Yorum Gönder