Moskova gözyaşlarına inanmıyor


Sovyet filmlerinin farklı bir çekiciliği oluyor. Sanırım nedenlerden biri komünist döneme ilişkin günlük hayatı ve kadın erkek ilişkilerini daha iyi anlamak istememiz. Bir diğeri de  o zamanki anlayışın nasıl bir sinema performansı ortaya koyduğunu merak etmemiz.

Anlaşılan o ki daha Lenin zamanından itibaren sinemanın ve ekranların önemi gayet iyi anlaşılmış. Haliyle Sovyet sinema endüstrisini geliştirmek amacıyla alt yapıya ve insan kaynağına önem verilmiş. Örneğin Moskova film yapımcılığı birimi 1923 yılında kurulmuş. Mosfilm stüdyosu ise Avrupa’daki en eski ve en büyük stüdyolardan biri. 


Bu alt yapı sayesinde bazı Sovyet filmleri son derece başarılı oluyor ve Oskar dahil birçok uluslararası ödüle layık görülüyor. Çok önemli yönetmenler ve filmler ortaya çıkıyor.

Örneğin “Kameralı Adam”, Leylekler Uçarken”, “Ayna”, “Savaş ve Barış”, “Stalker” “Potemkin Zırhlısı”, “Solaris”, Andrey Rublev”, “Gel de Gör” ve "Moskova Gözyaşlarına İnanmıyor” adlı filmler bunlardan bazıları.

Vladimir Menshov’un yönettiği “Moskova Gözyaşlarına İnanmıyor (Москва слезам не верит)” hem o dönemki (1958-1978) günlük hayatı ve beklentileri anlamak açısından hem de insanın duygu dünyasına dokunması açısından önemli bir film. Biraz da 1970’li yıllardaki zengin erkek- fakir kız (ya da tersi) temalı güzel Türk filmlerini hatırlatıyor. Film 1981 yılında En İyi Yabancı Film Oskar’ını kazanıyor.

Filmin en önemli yanlarından biri insanın duygu dünyasına güçlü şekilde tesir etmesi. O dönemin güzel Rus şarkılarının da payı var bunda. Sanırım sınıfsal bir çatışmaya ve insanın hiç dinmeyen hayat mücadelesine işaret ediliyor olması da önemli.

Malum, sınıfları ortadan kaldırma amacına ve işçi sınıfına belli bir statü vermesine rağmen, komünist sistem; parti yöneticileri, bürokrasi, bilim adamları, yazarlar ve sanatçıların aralarında olduğu ayrıcalıklı gruplar ortaya çıkarmıştı.

Filmde çalışmak üzere kasabadan Moskova'ya gelen ve iyi bir yaşam hayali kuran Katerina, Lüdmila ve Antonina adlı üç arkadaşın hikayesi anlatılıyor. Fakat hikaye daha çok Katerina’nın mücadelesi üzerine yoğunlaşıyor. 

Film o dönemdeki kadın erkek ilişkilerine, günlük yaşama, kadınların çalışma hayatındaki rolüne, evlilik ve mutluluk arayışına dönük önemli gözlemler yapmamızı sağlıyor. İşçiler ve sözünü ettiğimiz ayrıcalıklı gruplar arasındaki çelişkiye de işaret ediliyor kanımca.

Arkadaşları ile yurtta kalan ve bir fabrikada işçi olarak çalışan Katerina akrabasının tatile gitmesi üzerine bir süreliğine Moskova’daki evlerine yerleşiyor. Ona eşlik eden Lüdmila fırsat olarak görüyor durumu. Akademi ve sanat çevrelerinden erkeklerle tanışma ve belki de bir evlilik devşirme hayali kuruyor. Katerina buna karşı çıksa da oyuna ortak oluyor neticede. Evde partiler vermeye başlıyorlar.

Katerina kameraman olarak çalışan bir erkekle yakınlaşıyor ve birlikte oluyorlar. Fakat çok geçmeden evin sahibi profesörün kızları olmadıkları anlaşılıyor. Buna rağmen Lüdmila hedefine ulaşıyor. Ancak Katerina için zor günler başlıyor. Hamile kalan Katerina’yı erkek arkadaşı ve ailesi kaderine ve yalnızlığa terk ediyor. Katerina’nın zorlu hayat mücadelesi de başlamış oluyor böylece. 

Filmdeki ilginç noktalardan biri, bir gece ağlayarak yatağa giren ve saati kuran Katerina’nın uyandığında aradan yirmi yıl geçmiş olması. Katerina için anlamlı, güzel bir yol çizmiş oluyor zaman.

Filmin verdiği mesaj ise bana kalırsa şu: Hayatını, evlilik ve mutluluk arayışını hesaplara, aldatmacaya ve yalan üzerine kurmak yerine her zaman yalansız ve kendi özgün mücadelesi ile hareket etmesi halinde insanın gerçek mutluluğa daha yakın olacağı.

Filmin adı ise diyaloglardaki bir cümleye dayanıyor. Devasa şehirlerin insanların hayallerine ve zor yaşam yolculuğuna nasıl kayıtsız kalabildiğine dair evrensel bir çıkarımı gündeme getiriyor. Hayattaki en önemli destek noktaları insanın kendi mücadelesi, ailesi ve dostları oluyor neticede.

 İzlenmesi gereken güzel bir film. 

Yorumlar