Tolstoy ve Çehov’da ölüm düşüncesi


Ölüm bir yok oluş mu? Karanlığa gömülmek, sessiz ve donmuş bir şey haline gelmek mi? İnsanlar genelde hayatı düşünüyorlar ölürken ve bu tatlı soluk alış bırakılacak bir şey gibi görünmüyor. Korkuyoruz elbet. Ve bazen hiç düşünmeye fırsat olmadan bulabiliyor insanı. Ama Nazım'ın dediği gibi ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü.

Genelde insanların konuya bakışı kendilerini ait hissettikleri inanç ve düşünce dünyasına ya da içinde oldukları kültüre göre değişebiliyor. Ölüm başka bir aşamaya geçiş olarak görülebildiği gibi, bedenin ya da ruhun farklı biçimlerde varlığını sürdürdüğü de düşünülebiliyor. Ya da ölümü kesin bir son kabul eden inanışlar da var.

Hindu inancına göre saf (mükemmel) ruh durumuna (nirvanaya) ulaşıncaya kadar farklı bedenlerde veya biçimlerde tekrar doğmak söz konusu.


Örneğin İslam inancına göre ise ölüm kaderdir. Fakat insan bu dünyaya ölmeye değil yaşamaya gelmiştir. Hayat ise iki devreye ayrılmıştır. Birinci devrede bir tür eğitim ve sınav, ikincisi devrede ise elde edilen sonuçların şekillendireceği ebedi bir süreç söz konusudur.

Bazı felsefi görüşlere göre de ölüm insan hayatında anomiye (sapma ve anlamsızlık) neden olan en önemli konu olduğundan inanç dünyasının inşası da bu gerçeklik nedeniyle söz konusu olmuştur.

Neticede konu derin. Fakat sanatçılar ve yazarlar açısından ayrı bir önemi var ölüm kavramının. Çünkü onlar bir yandan kendi ölümlerine kafa yorarken bir yandan da eserlerinde işledikleri en önemli konulardan biri. 

Malum edebiyatta aşk, savaş, suç ve ölüm dört önemli temayı oluşturuyor. Ayrıca sanatçıların ve yazarların bu ölümlü dünyaya somut bir şeyler bırakarak ölümsüz olma düşüncesi de söz konusu. Neticede sonsuzluk arayışı insanın yapısında var olan bir gerçeklik.

Klasik Rus edebiyatının iki dev ismi olan Tolstoy ve Çehov açısından da ölüm gerçeği hem kendi yaşamları hem de eserleri ve fikirleri açısından önemli olmuştu. 

Tıp eğitimi alan Anton Çehov insan sağlığı, anatomisi ve insanların ölümü konularına aşikardı. Modern kısa öykünün kurucusu olan Çehov öykü ve oyunlarında da bu konuyu işliyordu elbette. 

Çehov 1897 yılında akciğer kanaması geçirdi ve bir kliniğe yattı. Verem hastalığının verdiği işaretlerin farkındaydı ama ihmal etmişti bunu. Klinikte olduğu sırada Tolstoy hemen kendisini ziyaret etmiş ve beklediğinin tersine onu sakin ve neşeli bulmuştu. Bu durum ona ilginç görünmüştü. Pek sırası olmasa da Çehov’la ölüm hakkında bir konuşma geçmişti aralarında.

Tolstoy ölüm ve ölümden sonraki hayat hakkında görüşlerini açıklamıştı. Çehov’sa ölümsüzlük hayalleriyle kendini avutmakta yarar görmediğini söylemişti.

Tolstoy gittikten sonra yayıncı A.S. Suvorina’ya “Hiçbir şey haline gelmek korkutucu” demiş Çehov. Şöyle devam etmiş: “Seni mezarlığa götürüyorlar, eve dönüyorlar ve çay içmeye başlıyorlar. Senin hakkında riyakarca konuşuyorlar. Düşüncesi bile korkunç.”

Çehov geçirdiği kanamadan sonra yedi yıl verem hastalığı ile mücadele etti. İçinde olduğu bu durum onun ölümü sıkça düşünmesine neden olmuştu muhtemelen. 

Çehov Haziran 1904'te Almanya'da karısıyla bir otele yerleşmiş ve giderken bir arkadaşına “Ölmeye gidiyorum” demişti. 2 Temmuz gecesinde ateşler içinde doktorunu çağırarak, “Ölüyorum” dedi. Şampanya ısmarladı. Yatağında sessizce öldü. Şu söylenebilir ki Çehov ölümü sakin ve cesurca karşılamıştı. Çehov muhtemelen deistti. Ama Rus köylüsü açısından inancın öneminin farkındaydı.

Çehov Gorki’ye yazdığı bir mektupta Tolstoy’un kendi ölümünden korktuğunu, kutsal kitapları okuyarak kendini sakinleştirmek istediğini söylemiş.

Tolstoy ve Çehov birbirlerine saygı duyan, biri öykü dünyasında biri de roman dünyasında kendini ispatlamış iki büyük yazardı. Zaman zaman buluşup sohbet ediyorlardı. Tolstoy’un Çehov’la ilgili çok olumlu düşünceleri vardı. “O emsalsiz bir yazar, evet emsalsiz, hayatın yazarı, benzerine hiçbir yerde rastlamadığım yeni yazılış biçimleri yaratmıştır” demişti. Çehov da herkes gibi Tolstoy’a büyük saygı duyuyordu ve onu seviyordu elbette.

Tolstoy’u Çehov’dan ayıran bir fark romancılığı konusundaki ustalığı yanı sıra ahlak ve inanç dünyası üzerine ciddi kafa yormuş olmasıydı. Edebiyat yanı sıra bu konuda da dünyada ses getiren bir yer edinmişti kendine. Dinle ilgili görüşleri kilisenin tepkisini çekse de yeni bir ahlak yolu bulmaya, doğu ve batı bilgiliğini birleştirmeye çalışmıştı. Köylüler gibi yaşamaya, sadeliğe yönelmişti.

Tabii ki uğraştığı önemli temalardan biri ölümdü. Kendi eserlerinde bunu sıkça işlemişti. Örneğin “İvan İlyiç’in Ölümü” ve “Savaş ve Barış” önemliydi bu açıdan. 

Güçlü ve yakışıklı Prens Andrey hayallerini, güzel Nataşa ile olan aşkını geride bırakıyordu. Savaş sırasında ağır yaralanması sonucu bu maddi ve çekici dünyaya veda ediyordu. Bu bölümler romandaki en etkili yerlerden biriydi.

Tolstoy eserlerinde işlediği ölüm teması yanı sıra kendi hayatında bunu hem ailesinde birçok defa yaşamış hem de kendi düşünce dünyasında yeri eksilmemişti. Belki de Çehov’un söylediği gibi ölümden korkuyordu. Ama bu bir kusur sayılamaz yine de.

Tolstoy 9 Kasım 1910'da, 82 yaşında gece vakti evinden çıktı. Arabasını hazırlattı. Birkaç parça eşyasını aldı ve yola koyuldu. Karısına onu affetmesi ve  kendisi hakkında kötü düşünmemesi için bir mektup yazmıştı. Optina Manastırına kardeşi Mariya’yı görmeye gidiyordu. Orada bir kulübe aramış ama bulamamıştı. Bu arada herkesin kendisini aradığını öğrenmişti. Güzergahını değiştirip Bulgaristan'a doğru yol aldığında kızı Aleksandra ona yetişti ve ikna etti. Hep beraber trene binerek geri dönüyorlardı. Astapovo’ya geldiklerinde tren garı şefinin evine geçti. Ciddi şekilde zatürre olmuştu. 20 Kasım 1910'da hayata veda ettibüyük yazar. 

İstasyon şefine ait evde son sözlerinden biri şu olmuş: “Peki ya köylüler, köylüler nasıl ölür.” Çünkü Tolstoy köylülerin inançları gereği ölümü kabul ederek öldüğünü düşünüyordu.

Tolstoy bir ara günlüğüne şunları yazmış: “Ölürken hayatı hala eskisi gibi Tanrıya doğru ilerleyiş, sevgi artışı olarak görüp görmediğimin sorulmasını isterim. Eğer konuşmaya gücüm olmazsa ve yanıt evet ise gözlerimi kapatacağım. Eğer yanıt hayır ise yukarı bakacağım.” Ama ölümü anında kimse ona bu soruyu sormamıştı.


KAYNAKLAR:
-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı
-Riasanovsky, N. ve Steinberg, M., Rusya Tarihi
-L. Tolstoy, İtiraflarım
-www.wikipedia.org
-www.britannica.com
-www.islamansiklopedisi.org.tr

Yorumlar