İnsanlık tarihi boyunca savaşlar ve çatışmalar hiç eksilmedi. Zamanı, mekanı, yöntemi, yoğunluğu değişti ama insanların birbirine yönelik kan ve ölüm eylemleri varlığını sürdürdü. Onca düşünsel, bilimsel ve teknolojik ilerlemeye rağmen. Bayraklarla, işaretlerle, sembollerle, kerameti kendinden menkul inançlarla birbirlerinin üzerine yürümeye devam ettiler.
Tarih boyunca kaleler, şehirler kuşatıldı, zapt edildi. Yönetimler, uygarlıklar değişti. Fakat hiçbir şey kendi toprağını işgalcilere karşı savunmak kadar meşru, yüce ve anlamlı olamaz sanırım.
Faşist ve hastalıklı bir zihniyete sahip olan ve Birinci Dünya Savaşı’nın acılarını sömüren Hitler ülkesini bir savaş makinasına dönüştürmüş ve II. Dünya Savaşı’nda bütün Avrupa'yı karanlığın ve korkunç bir dehşetin içine atmıştı. Peşine milyonları nasıl takmıştı ayrı bir konu tabi. Zor ekonomik koşullar içinde hayal, kibir ve hamaset satıyordu belli ki.
Büyük Petro’nun 1700’lü yılların başında büyük bir aşkla kurduğu, göz alıcı şehri St. Petersburg (savaş zamanındaki adıyla Leningrad) dünya tarihinin en dehşet verici ve en uzun kuşatmalarından birine maruz kaldı. Nazi orduları 8 Eylül 1941 tarihinde şehrin bütün kara bağlantılarını keserek kuşatma altına aldı. Kültürün ve sanatın şehri olan Leningrad aynı zamanda limanları ve endüstrisi ile önemi bir yerdi. Hitler Sovyet halkının bu zorlu kuşatma koşulları altında fazla dayanamayacağını ve kısa sürede pes edeceğini umuyordu. 10 gün içerisinde şehrin düşmesini bekliyordu. Ama öyle olmadı.
Birkaç ay öncesinden Hitler'in saldıracağı istihbaratının alınması kısa süre de olsa önemli hazırlıkların yapılmasına imkan vermişti. Sanayi tesislerinin bir kısmı başka yerlere taşınmış, şehrin etrafında hendekler ve siperler kazılmış, nüfusun bir kısmının tahliyesi mümkün olabilmişti. Müzelerde bulunan eserlerin önemli bir bölümü saklanmış veya başka yerlere taşınmıştı.
Buna rağmen St. Petersburg halkı korkunç bir kuşatmanın, dehşetin, faşist bir isteğin ortasında kaldı. Bu kuşatma ve Sovyet halkının direnişi dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olsa gerek.
Yaklaşık 900 gün süren kuşatma boyunca insanlar açlıkla, hastalıkla, soğukla ve ölümle yüzleşti. Bir milyondan fazla kent sakini hayatını kaybetmişti. Bir kültür şehri olan St. Petersburg Naziler tarafından ağır bombardımana tutulmuş ve mimari yapı büyük zarar görmüştü. Bütün II. Dünya Savaşı boyunca 27 milyon Sovyet vatandaşı hayatını kaybetti.
İlginç noktalardan biri “yaşam yolu” olarak adlandırılan ve kışları donduğundan bir tahliye ve ikmal yolu haline gelen Ladoga Gölüdür. Şehir halkına hayat kaynağı olan bu yol Nazilerin fark etmesi ve bombalaması sonucu bir süre kapalı kalmış ve bu süre boyunca halkın yaşam koşulları son derece güçleşmişti.
En önemli sorunlardan biri gıda olmuştu. Çoğu zaman herkesin günde sadece 125 gram ekmek hakkı vardı. Kayışların kaynatılıp içildiği oluyordu. İnsanlar bir deri bir kemik kalmıştı. Ancak buna rağmen vatanseverlik ve insani dayanışma duyguları içerisinde tarihi bir direniş sergilediler.
Sanatçısından yazarına, işçisinden mühendisine hemen herkes bu mücadelenin içerisinde yer almıştı. Köylülerin bir kısmı ise Nazileri oyalamak için partizan olarak ormanlara gizlenmişti.
İlginç olaylardan biri de Sovyet bestecisi Sostakoviç’in öncülüğünde neredeyse açlıktan ölmek üzere olan müzisyenlerin bir konser düzenlemesi olmuştu. 1942 yılının 9 Ağustos gecesindeki bu konser halkın direnişi için çok önemli bir moral kaynağı olmuştu. Sovyet güçleri sessizliği korumak ve konser için uygun şartları sağlamak için yaylım ateşiyle karşı saldırıya geçmişti. Bazı kaynaklara göre esir alınan Nazi askerleri, konseri duyduktan sonra şehri asla ele geçiremeyeceklerini anladıklarını söylemiştir. Leningrad Kuşatması, Sovyet güçlerinin Leningrad-Novgorod Harekâtı ile kentin güney kesimindeki Nazi güçlerini geri attığı 27 Ocak 1944 tarihinde sona ermişti.
Leningrad direnişinin başarıya ulaşmasındaki en önemli faktör, Sovyet halkının vatanseverlik ve dayanışma duyguları içerisinde faşizme karşı olağanüstü bir mücadele vermesiydi. Bir diğer faktör de savaşın planlamasının ve idaresinin iyi yapılmış olmasıdır. Ayrıca Stalin döneminde temelleri atılan ağır sanayi ve teknolojik gelişmeler savaşın sürdürülmesine önemli ölçüde imkan vermişti. Kadınların katkısının da özel bir önemi vardı kanımca. Elbette en önemli şey kendi yurtlarını işgalcilere karşı savunanların haklı mücadelesi ve dayanışmasıdır. Savaştan sonra bir grup kadın gazi şunu söylemişti: Onlar bizim en güzel saatlerimiz, yaşamlarımızın en parlak dönemiydi.
KAYNAKLAR:
-RIASANOVSKY, N. ve STEINBERG, M., Rusya Tarihi
-EVTUHOV, C. ve STITES R., Rusya Tarihi
-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı
-www.wikipedia.org
-www.history.com
Yorumlar
Yorum Gönder