Corona virüs, sorular ve devletler


Tüm insanlığın ve ülkelerin yüzleştiği Corona virüs salgını, hayatı, sosyal düzeni ve ekonomileri tehdit ediyor. Sayın Angela Merkel’e göre İkinci Dünya Savaşından bu yana görülmemiş ciddi bir durumla karşı karşıyayız. 

Böylesine ortak bir tehdide karşı küresel sistem ve kurumlardan çok devletler inisiyatif almış durumda. Büyük çaplı karantina önlemleri ile, devletler, toplumlar, kurumlar ve sağlık sistemleri ciddi bir sınav veriyor. 

Salgın nerede duracak, etkileri ne olacak diye tartışılırken, bir yandan da önemli sorular gündeme geliyor. Bu sorulardan bazılarını şu şekilde ifade etmek mümkün: 


1.Tüm insanlığın yüzleştiği böyle bir durum karşısında küresel işbirliği ve koordinasyon işlemezken devletler ön plana çıkıyor. Bu durum söz konusu küresel kurumların bir ontolojik sorunla karşı karşıya olduğu anlamına mı geliyor yoksa kimi görüşlerde ifade edildiği gibi bu tür kurumların gelecekte daha fazla rol alacağı bir sistem mi göreceğiz?

2.Sağlık ve eğitim sistemleri, teknoloji, basın, şeffaflık gibi konularda farklı özelliklere sahip toplumlar ve farklı kabiliyetteki devletler salgınla neden farklı şekilde yüzleşiyor? Devletlerin doğru konum ve işlevleri ne olmalı? Sosyal devlet anlayışının daha fazla güçlenmesi söz konusu olabilir mi?

3.Dünya ve insanlık gelecekte gerek dünya içi ve gerekse dünya dışı ortak tehdit unsurlarına ne şekilde karşı koyacak? Bu kadar ilerlemeye rağmen büyük tehditler karşısında insanlık halen aciz ve kırılgan mı?

4.Mal, emek, sermaye, teknoloji gibi unsurların dolaşımı nedeniyle önemli bir boyut kazanan küreselleşme nereye evriliyor? Ticaret savaşları, göçmen karşıtlığı, Brexit, Avrupa Birliği içindeki tartışmalar, uluslararası finansal sitemdeki kırılganlıklar ve bu tür salgınlar devletlere küreselleşmeyi sınırlamak için bir neden verebilir mi? Yoksa tam tersine dünya dijitalleşmenin ve bireyselleşmenin daha fazla artacağı yeni bir küresel düzene mi geçiyor?

5.Aslında bu tür felaketleri tartıştığımız dönemlerde, çok tükettiğimizi, adaletsiz bir dünyada yaşadığımızı, iklim değişikliği, fosil yakıtlar, kirlilik gibi konulara kayıtsız kaldığımızı göz önüne alırsak bir değişime ihtiyaç duyulmuyor mu?

6.Kapitalizm her krizden kendini yenileyerek çıktığına göre ve salgının geçici bir özellik arzettiği düşünüldüğünde büyük sorular sormaya gerek var mı?

Ulusal ve uluslararası medyada gündeme gelen bu tür soruları uzatmak mümkün. Cevaplar ise farklı dünya görüşleri ve bakış açılarına göre farklılık gösteriyor elbette. Amacım konuyu yazının başlığına indirgeyerek sadece devletlerin farklı başarı düzeylerini tartışmak bir nebze.

Tarih gösteriyor ki uluslararası sistemler, kurumlar ya da devletler insanlığın gereksinimlerini karşılamada yetersiz kaldıklarında değişime uğruyor. Örneğin Antik Yunan düşünürleri site devletinin değişen ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalması üzerine önemli tezler ileri sürdüler. Feodalizm yükselen kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığında değişime uğradı. Liberal ekonomik sistemler yükselen işçi sınıfı ve Marksist tezlerden sonra sosyal devlete doğru evrildi. 

Dolayısıyla Sayın Merkel’in dile getirdiği gibi İkinci Dünya Savaşından sonra en ciddi durumla karşı karşıya isek ve mevcut küresel sistem veya devletler bu durumla baş etmede yetersiz kalırsa İkinci Dünya Savaşı sonrası olduğu gibi yeni bir sisteme mi geçeceğiz?

Marx'a göre insanlar kendi tarihlerini yaparlar ama bunu kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar. Karşılarına dikilen ve geçmişten aktarılan koşullar altında yaparlar. Yeni koşullar yeni sonuçlar ortaya çıkarır. Fakat şöyle bir soru da geliyor akla: Küresel sistem üzerinde güce sahip olanlar koşulların istedikleri sonuçları üretmesine etki ediyorlar mı, yoksa koşullar kar topu gibi büyüyerek dolaysız olarak mı geliyor insanlığın önüne?

Sanırım iki argümana da hak vermek gerekiyor. Koşullar kendini dayatıyor muhakkak ama dünyayı istedikleri gibi şekillendirmek isteyen güçlerin varlığını da inkar edemeyiz. Dolayısıyla küresel sistem ve devletler eğer salgının sonuçları çok büyür ve etkisiz kalırsa yeni şeylerin konuşulması pekala mümkün. 

Şimdi yeniden devletlerin mücadelesine baktığımızda farklı başarı seviyeleri görüyoruz. Bu başarılar da genel olarak toplumun eğitim seviyesi yanı sıra toplumsal örgütlenme biçimi, kültürel farklılıklar, kurumların etkinliği, teknoloji kabiliyeti, sağlık gibi önemli sistemlerin yapısı ve etkinliğine bağlı görünüyor. 

Cem Eroğul’un “Devlet Nedir” adlı kitabında dile getirdiği gibi, devlet her türlü araçları kullanıp belli davranış kurallarına uyan bir takım insanları barındırdığı için değil kaçınılmaz işlevleri yerine getirdiği için devlettir.

Bu açıdan bakınca acil durumları yönetme kapasitesi, kurumlar arası etkileşim ve koordinasyon, yöneticilerin ehliyeti, akıl, bilim ve teknolojiyi devreye sokma yeteneği gibi konular ön plana çıkıyor. Farklı özelliklere sahip devletlerin farklı sonuçlar alması da tesadüf değil bu yüzden.

Bir diğer nokta da özel olarak sağlık sistemi ile ilgili. Ulaşılabilir ve yetkin bir sağlık hizmeti sunabilen devletlerin salgınla daha başarılı mücadele edebildiğini görüyoruz. Özel sermayenin hakim olduğu, sosyal yönü zayıf, hizmetlerin pahalı sunulduğu ve kapasite eksiği bulunan sağlık sistemlerinin bu ve benzeri durumlarla mücadele yeteneğinin zayıf olduğu anlaşılıyor.

Dolayısıyla hali hazırda daha fazla inisiyatif aldığı görülen ulusal devletlerin kendi meşruiyetlerinin de sınandığı bir durumla yüzleşiyor ülkeler. Aklı, bilimi, sağlık ve eğitim gibi konularda fırsat eşitliğini ve sosyal adaleti gözeten politikaların önemini bir kez daha anlıyor insanlık.

Yorumlar