Mühürlenmiş zaman


Zaman ve mekan kavramları hem günlük hayatın, hem de genel olarak dünyanın, kendimizin ve olguların algılanışı bakımından önemli kavramlar. Özellikle zaman farklı bilim ve disiplinlerde farklı tanımları olan ve felsefi temelleri de bulunan bir kavram.

Bir tanıma göre zaman dakikalar, saatler, günlerle (vb.) ölçtüğümüz şey. Bedia Akarsu’nun Felsefe Terimleri sözlüğünde, oluş, gelip geçiş, değişme ve süreklilik biçimi, dönüşü olmayan bir doğrultuda birbiri ardından gitme olarak tanımlanmış. Öznel zamanın ise zaman bilincine dayandığı ve yaşantılara bağlı olduğu ifade edilmiş.


Örneğin edebiyatta zaman hikayeyi bir yere tutturur ve buradan başlayarak takip eden olaylar zinciri açıklanır. Fiziksel zaman kadar geriye kırılmaların, hatırlamaların ve geçmişin anlatıldığı psikolojik zaman da önemlidir.

Dolayısıyla sanat ve edebiyat açısından son derece önemli bir kavram zaman. Geçenlerde, Ayna, Andrey Rublev, İz sürücü, Solaris, İvan’ın Çocukluğu gibi önemli filmleri bulunan Andrey Tarkovski’nin Agora Kitaplığı’ndan çıkmış “Mühürlenmiş Zaman” adlı kitabı dikkatimi çekti. Filmlerinde zamanı oldukça farklı kullanan usta yönetmenin bu konularda neler düşündüğünü merak etmiştim. 

Tarkovski zamana yaklaşımını öyle ilginç ve farklı ele almış ki hayranlıkla okudum o bölümleri. Şimdi yoruma gerek olmadan öncelikle birkaç alıntı vereceğim:

Çektiğim bir filmde zaman layıkıyla aksın, hiçbir şeye bağımlı olmadan aksın isterim. Zaman öyle aksın ki, seyirci algısı üzerinde, bir baskı, zorlama hissetmesin, gönül rızasıyla kendini yönetmene teslim etsin, bile isteye onun tutsağı olsun, filmde sunulan malzemeyi kendi malıymış gibi hissetsin…

Geçmiş bir anlamda şimdiden daha gerçek, en azından daha durağan, daha kararlıdır. Şimdiki zaman parmaklarımızın arasından akan kumlar gibi kayar gider ve ele gelir ağırlığını ancak anılarda kazanır. Hazreti Süleyman’ın yüzüğünün üzerinde “her şey geçer” diye yazıyordu. Ben bunun tersini savunarak etik anlamda zamanın geri çevrilebilir olduğuna dikkat çekmek istiyorum: Zaman bizim maddi dünyamız açısından hiçbir iz bırakmadan kaybolabilir. Çünkü o yalnızca öznel manevi bir kategoridir. Yaşadığımız zaman ruhlarımıza zaman içinde kazandığımız değişik deneyimler olarak yerleşir.

Zaman yaşadığı sürece insana hakikate yönelmiş manevi bir varlık olarak kendini algılama imkanı sunar. Tabii bu insana hem büyük keyif hem de acı veren bir bağıştır.

Ahlaki bir varlık olarak insana bellek, anımsama bahşedilmiştir ve bunlar içimize tatmin edilmemişlik, hoşnutsuzluk duygularının tohumlarını ekerler. Anılar bizi saldırıya açık, acı çekmeye yetenekli hale getirir.

Gelelim kitabın başlığının nereden geldiğine. Tarkovski gazeteci Ovçinnikov’un Japonya anılarının bir bölümüne yer veriyor ve şunları aktarıyor:

Burada her şeyin özünün zamanla kendiliğinden ortaya çıkacağına inanılıyor. Bu yüzden de Japonlar ayrı ayrı her yaşın izlerini tam bir büyülenmişlikle, hayranlıkla karşılıyorlar. Yaşlı bir ağacın koyulaşmış rengi, bir taşın yosun bağlaması, hatta üzerine dokunan pek çok elin izlerini taşıyan bir resimdeki yıpranmışlık onlara müthiş çekici geliyor. Uzak zamanların bu izlerini Japonlar “pas” anlamına gelen “saba” sözcüğü ile karşılıyorlar. Saba: hakiki pas, geçmiş zamanların güzelliği, zamanın mührü.

Dünya çapında bir üne sahip olan Andrey Tarkovski Sovyet dönemi Rus filmlerinin en önemli yönetmenlerinden biri. Ölümünden sonra 1990 yılında Rus sinema sanatına verdiği katkılar ve uyandırdığı insancıl duygular nedeniyle Lenin Ödülüne layık görülmüş.

Sıradan bir yönetmen değil elbette. Entelektüel bir ailede yetişmiş. Babası şair. Çok okumuş. VGIK Sovyet Film Okulu’nda çok iyi bir sanat formasyonu almış. Kendinden önceki yaklaşımları iyi incelemiş. Ama hiçbir şeyi umursamadan kendi farklılığını ve ustalığını da ortaya koymuş. 

Tarkovski’ye göre sinema ve edebiyat arasındaki en önemli fark edebiyatın dil aracılığıyla tasvir etmesi, sinemanın ise doğrudan kendini göstermesidir.

Usta yönetmenin filmleri halen zevkle izlenen önemli klasiklerden. Ayna filmi ise büyük yankı uyandırmış ve kimilerince de anlaşılmaz bulunmuş.

Tarkovski’nin zaman anlayışını en açık şekilde yansıtan filmlerinin başında “Ayna” geliyor aslında. Yönetmenin kendi hayatına tuttuğu bir ayna olarak görülebilir bu film. Çocukluğu, anıları, rüyaları, şimdiki zaman ve geleceğin iç içe geçmiş parçalarını gözler önüne serer usta yönetmen.

Tarkovski son derece açık ve samimi şekilde bu filme yönelik izleyici görüşlerine de yer vermiş kitabında. Mesela bir izleyici şunları söylemiş:

Filminiz Ayna’nın içinden çıkabilmek için başı dönmüş bir halde yardımınıza baş vuran ilk kişi de son kişi de olmadığından eminim. Her epizot kendi başına çok güzel ama bunlar birleşik bir bütün oluşturamıyor. Bu nasıl olacak? 

Başka biri de şöyle demiş: 

Ayna için teşekkürler. Benim de aynen öyle bir çocukluğum oldu. Ama siz bütün bunları nasıl öğrendiniz?

Diyeceğim seyretmesi kadar okuması da keyifli Tarkovski’yi. 

Yorumlar