Kambiyo rejiminin gelişimi

Cumhuriyet Döneminde Uygulanan İktisadi Politikalar Çerçevesinde Kambiyo (Döviz) Rejiminin Gelişimi

 

Samih Güven


 

(Hazine Dergisi 80. Yıl özel sayısında yayımlanmıştır-2003)

 

 

 

I.GİRİŞ

 

Benjamin Franklin'e atfedilen bir özlü söze göre, mutlu olmanın iki yolu vardır: İmkanları artırmak veya istekleri azaltmak. Böyle bir bakış açısından Türkiye iktisat tarihine bakıldığında görülmektedir ki, Türkiye, imkanlarının ötesinde isteklerde bulunduğunda ve hesapsız davrandığında genellikle sorunlar yaşamış, ancak isteklerini ve harcamalarını imkanlarına göre ayarladığı dönemlerde istikrarı yakalamış bir ülkedir. Türkiye güçlü bir tarihi, iddiaları olan ve artan bir genç nüfus yoğunluğuna sahip, ancak ne yazık ki, sanayi dönüşümüne çok geç kalmış bir ülkedir ve elbette geç kalmanın maliyeti vardır. Bunlardan en önemlisi belki de başkalarının acı çekerek, bedelini ödeyerek geldiği noktaya birden sıçrama isteğidir. 

 

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınma imkanlarını sınırlayan önemli bir unsur döviz açığıdır. Bu gibi ülkelerde yatırım malları, teknoloji, petrol ve benzer hammadde ihtiyaçları genellikle dışarıdan karşılanmaktadır. Kalkınmanın hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için de bu kapsamdaki ithalatın sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ancak genellikle bunu karşılayacak dövizin kazanılacağı ihracat ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetler yeterli düzeyde olmadığından dış ticaret açığı ve döviz sorunu doğmaktadır. Dışarıdan borçlanma yoluyla döviz açığının geçici olarak kapatılması mümkün olmakla birlikte, bunun döviz sorununa kalıcı bir çözüm getirebileceği düşünülemez. Bu nedenle birçok gelişmekte olan ülke genellikle döviz mevcutlarını dikkatli kullanmak amacıyla kontrol mekanizması geliştirmiştir. 

 

Türkiye'de dövizin kontrol ve idaresine yönelik uygulamalar Cumhuriyet ile başlamış ve 1980'li yılların başlarına kadar sürmüştür. Döviz sorunu Cumhuriyetin iktisadi tarihinde olduğu kadar siyasi tarihinde de önemli olmuştur. Döviz sıkıntısı yaşanan ve dolayısıyla ekonomik faaliyetlerin sürdürülmesi için önem taşıyan ithalatın yeterli ölçüde yapılamadığı dönemler siyasi iktidarlar için de sarsıcı olmuştur. Döviz sorunu siyasi tartışmalara ve polemiklere konu olmuştur. Örneğin bir politikacı, siyasi rakibini eleştirirken "Memleketi 70 cent'e muhtaç ettiniz" ifadesini kullanmıştır. Hatta kimi yazarlar döviz darboğazı ve siyasi hayatın kesintiye uğraması arasında bağlantı kurmuştur. 

 

Bu nedenle, Cumhuriyetin iktisadi tarihinde hassas bir yere sahip olan dövizin ve buna ilişkin işlemlerin kontrol edilmesine yönelik düzenlemeler önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı da Cumhuriyetin iktisadi tarihini inceleyen çalışmalardaki dönemsel ayrımlara sadık kalarak ve dönemlerin iktisadi koşullar açısından genel özellikleri verilerek, nasıl bir kambiyo rejimi getirildiğini incelemektir. Bu yapılırken, 1567 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan ve kambiyo rejiminin esaslarını belirleyen kararlar sırasıyla ve genel hatlarıyla ele alınacaktır. Ancak buna geçmeden önce kambiyo, döviz, kambiyo rejimi ve kontrolü gibi kavramlara açıklık getirilecektir. 



II.KAVRAMSAL OLARAK KAMBİYO, KAMBİYO REJİMİ VE KAMBİYO DENETİMİ

 

    Kambiyo kavramı İtalyanca'da değiştirme, bozdurma anlamına gelen "cambio" kelimesinin karşılığı olarak dilimize geçmiştir. Türk Dil Kurumunca yayımlanan Türkçe Sözlüğe göre, iki ayrı ülke parasının birbiriyle değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, Ana Britannica Ansiklopedisinde kambiyo yabancı para veya ticari senetlerle yapılan değiştirme işlemleri olarak açıklanmaktadır. Asıl olarak bir ülke parasının bir diğer ülke parası üzerinden değişim değerini ifade eden kambiyo kavramı, geniş anlamda sadece parayı değil yabancı paralar üzerinden düzenlenmiş poliçe, bono, çek ve diğer ticari senetleri de kapsamaktadır. Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararda kambiyo, döviz kelimesi ile aynı anlamda kullanılmış ve "efektif dahil yabancı parayla ödemeyi sağlayan her nevi hesap, belge ve vasıtalar" olarak tanımlanmıştır.

 

Yine Türk Dil Kurumunca yayımlanan Türkçe Sözlüğe göre rejim kelimesi, yönetme, düzenleme biçimi, düzen olarak tanımlanmaktadır. Böylece kambiyo rejimini yabancı ülke paraları, bu paralar üzerinden ödeme olanağı veren belgeler ile değerli madenler ve bunlarla yapılan işlemlere ilişkin düzenlemeler olarak tanımlamak mümkün bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki, dövizli işlemleri düzenleme ihtiyacını duymak şu ya da bu şekilde bu işlemlerin belli bir gözetim ve denetim altında gerçekleşmesini arzulamakla aynı anlama gelmektedir. Genel olarak bakıldığında ise, bu tür düzenlemelerin gelişmiş ülkelerce belli zamanlarda geçici olarak yapıldığı, bu düzenlemelere özellikle gelişmekte olan ülkelerce başvurulduğu görülmektedir. Bu nedenle kambiyo rejimi az çok içinde kambiyo denetimini barındırmakta ve asıl olarak kambiyo denetimi veya kontrolü kavramı ön plana çıkmaktadır. Bu noktada şöyle bir soru akla yatkın görünmektedir: Ülkeler neden bu konuyla ilgili denetim veya kontrol yapma gereği duymaktadırlar? Bu soruya Bener[1]tarafından yapılan kambiyo denetlemesi tanımında ışık tutulduğu görülmektedir:

 

"Kambiyo denetlemesi; uluslar arası ödemeler sistemindeki aksaklıklar, ödemeler dengesi açıkları, para değerinin düşmesi, ticaret hadlerinin az gelişmiş ülkeler aleyhine gelişmesi, az gelişmiş ülkelerde planlı kalkınma fikrinin yayılıp tutulması, gelişmiş ülkelerin savaş ve ekonomik buhrandan sonra sarsılan ekonomilerini kalkındırma çareleri aramaları, yeni bir dünya savaşı hazırlıklarına girişilmesi gibi nedenlerle gelişmiş ülkelerde az çok geçici, az gelişmiş ülkelerde daha çok sürekli uygulama alanı bulan, sınırlı dış ödeme imkanlarının en zaruri ihtiyaçlar için ve en ekonomik şekilde kullanılması amacıyla başvurulan, kamu düzeni ve kamu faydası düşüncesi ile ortaya atılmış, ceza hukuku ile desteklenen bir ekonomik savunma silahıdır."

 

Kambiyo kontrolü, para, maliye ve gümrük politikaları uygulanmak suretiyle dolaylı olarak yapılabildiği gibi, dolaysız olarak da yapılabilmektedir. Dolaysız kambiyo kontrolünde kamu otoritesi tarafından dövizin ülkeye girişi, çıkışı ve ülke içindeki tasarruf ve idaresi doğrudan kontrol edilmektedir. Belirtmek gerekir ki, burada temel hedef döviz giderlerinin döviz gelirleri kadar yapılmasını sağlayarak ödemeler dengesinde önemli açıklar meydana gelmemesini ve yerli paranın değerini korumasını sağlamaktır. Bu konuda, sabit döviz kuru tespiti, devalüasyon, para değerinin sürekli ayarlanması, katlı kur uygulaması, kişilerin dövizle tasarruf haklarına getirilen sınırlamalar, ülke parası ve döviz cinsleri itibarıyla getirilen sınırlamalar, ülke parası ve yabancı para ile ödemelerin lisansa bağlanması, ödenecek yabancı para veya yerli para ile mal varlıklarının blokajı ve ödeme anlaşmaları gibi yöntemlerin kullanıldığı görülmektedir.[2]

 

III.DÖNEMLER İTİBARIYLA İKTİSADİ POLİTİKALAR VE KAMBİYO REJİMİ İLİŞKİSİ

 

A. 1923-1929 Geçiş Dönemi

 

Bu dönem süresince kambiyo kontrolü yönünde bir uygulama görülmemektedir. Esasında, bu dönemde, Lozan Anlaşmasına ek olarak imzalanan bir sözleşme nedeni ile Türkiye'nin dışarıya karşı uygulayacağı iktisat politikaları belirlenememiştir. Bu sözleşme ile bazı istisnalar dışında ihracat ve ithalata uygulanan yasakların kaldırılması ve yenilerinin konulmaması, ayrıca 5 yıl süre ile gümrük tarifelerinin değiştirilmemesi zorunda kalınmıştır.[3]Ancak bu dönemin sonuna doğru söz konusu sözleşmenin geçici maddesinin yürürlükten kalkması ile yeni bir gümrük mevzuatı oluşturulacağı bilindiğinden ithalat talepleri artmıştır. Bu arada Türkiye'nin dışarıya karşı uygulayacağı politikalarını belirleyebileceği bir esnekliğe kavuşacağı sırada Büyük Buhran (1929) patlak vermiş ve bu dönemin sonunda oluşturulan politikalarda bu bunalımın  yarattığı olumsuzluklar da etkili olmuştur.

 

B. 1930-1939 Korumacı Devletçi Sanayileşme

 

Bu dönem iktisat tarihçilerince genellikle korumacı ve devletçi bir yaklaşımla ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirilmektedir. Diğer taraftan, bu dönem başında uygulamaya konulan politikalarda Büyük Buhranın da önemli etkisi olmuştur. Buhran nedeni ile dünya tarım piyasasında talep ve fiyatlar hızla düşmüştür. Bu nedenle Türkiye'nin ihracat gelirlerinde gerileme olmuş, bu durum gümrük vergilerinin artacağı beklentisiyle ithalatın artması sonucunda dış ticaret dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Ayrıca yine bu dönemde Osmanlı borçlarının ilk taksitinin ödenme zamanı gelmiştir. Bütün bu nedenlerle TL'nin değeri düşmüş, ayrıca TL ile ilgili bazı spekülasyonlar yapılmıştır. Oysa o dönem yöneticilerince paranın dış değeri adeta bir namus sorunu olarak ele alınmıştır.[4]Gerçekten büyük zorlukları olan bu dönemde iki temel konuya büyük hassasiyet gösterildiği anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi Türk Lirasının değerinin korunması diğeri de gerçek kamu kaynaklarına dayanarak bütçenin denk tutulmasıdır.[5]Bu politikalar temelinde Türkiye'de kambiyo denetiminin de bu dönemde uygulanmaya başladığı görülmektedir.


Döviz alım ve satımlarını ancak zorunlu ihtiyaçlarla sınırlandırmak amacıyla çıkarılan 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu yanı sıra daha etkin bir kambiyo denetimi yapabilmek amacıyla 1930 yılında 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun çıkarılmıştır. Bu Kanun ile hükümet kambiyo politikaları konusunda daha aktif davranabilmek amacıyla Meclisten olağanüstü yetkiler almıştır. 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun, "Türk Parası Kıymetini Koruma" başlığı altında kararlar çıkarmaya Bakanlar Kurulu'na yetki veren ve Bakanlar Kurulunca bu kapsamda çıkarılan kararlara aykırı hareket eden veya bu kararlardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyen kişilere uygulanacak cezaları belirleyen çerçeve bir Kanun niteliğindedir. Bu Kanunun Meclis'teki görüşmeleri sırasında dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün yaptığı konuşmasındaki aşağıdaki ifade ilginçtir:[6]

 

            "Görüyorsunuz ki hassas ve dikkatli olarak milli paranın halini ve istikbalini temin edecek kabili tasavvur bütün tedbire tevessül etmişizdir. Milli paranın kıymetini muhafaza etmeği hükümet esas bir vazife addetmektedir ve bu uğurda her vasıtaya müracaat etmek hayati bir ehemmiyeti haizdir. ...Herkes bilecektir ki hükümetin ve memleketin milli parayı muhafaza etmek için tatbik etmeyeceği tedbir yoktur."


        Gerçekten de, o sırada iktisadi buhran halinin devam ediyor olması, ithalat ve ihracat arasındaki dengesizlik nedeni ile TL'nin değerinin düşmekte olması, spekülatörlerin olumsuz faaliyetleri nedeni ile iktisadi istikrarın bozuluyor olması, bu durum karşısında devletin müdahale ihtiyacının doğması, ancak hızlı bir şekilde hareket edilmesi için bu tür düzenlemelerin tümü bir kanun içine konulamayacağından, böyle bir yetki kanununa ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır.[7]

 

Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 1567 sayılı Kanunun yayımından iki gün sonra, 27 Şubat 1930 tarihinde, bu Kanuna ilişkin 1 sayılı Karar yayımlanmıştır. 1567 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan bu ilk Kararda Cumhurbaşkanı sıfatıyla K. Atatürk, Başbakan sıfatıyla İsmet İnönü ve Maliye Bakanı sıfatıyla Fuat Ağralı'nın imzası bulunmaktadır. Bu Kararın 1. maddesi kambiyo, nakit, hisse senedi ve tahvil işlemlerinde spekülasyonu yasaklamıştır. Kararın 3. maddesi ile kambiyo, nakit, hisse senedi ve tahvil alım satımlarının bankalar ile Maliye Bakanlığınca izin verilecek bankerler tarafından yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Kararın 4. maddesi ile, kambiyo işlemleri yapanlar, bu işlemleri kimin için yaptıklarını kambiyo murakıplığına bildirmeye, işlem yaptıranlar da işlemlerinin ihtiyaç listelerine uygun olduğunu ispat etmeye ve istenilecek bilgi ve belgeleri vermeye mecbur kılınmışlardır. 

 

1931 yılında yayımlanan 2,3 ve 4 sayılı Kararlaresas itibarıyla 1 sayılı Kararın bazı maddelerini değiştiren ve genele ilişkin olmayan kararlardır. Böylece 1567 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan ilk dört karar ile, kambiyo kontrolünün doğrudan döviz kontrolü olarak yapıldığı görülmektedir. 

 

Bu dönemde 2.5.1931 yılında yayımlanan 5 sayılı Karar,yine genele ilişkin bir Karar olmayıp, 1 sayılı Karara bazı yeni hükümler ekleyen bir Karar niteliğindedir. Bu Karar, kambiyo kontrolü yapan ülkelerden Türkiye'nin ihraç ettiği malların bedellerinin transferine izin vermeyenlere karşı önlem alınmasını temin etmekte, aramızda anlaşma olmayan ülkelerden yapılacak ithalat bedellerinin ancak bu ülkelere yapılacak ihracat nispetinde ve açılacak cari hesaplardan ödenmesine imkan sağlamakta,  Türkiye'de yerleşik kişilerin ellerinde bulunan ve bulunacak dövizlerin beyan edilmesini zorunlu kılmakta ve ihracat dövizlerini izlemek üzere beyanname zorunluluğu getirmektedir. 6.8.1932 yılında yayımlanan 6 sayılı Kararise, yine 1 sayılı Karara ek niteliğinde olup, takas sistemine ilişkin bir düzenleme getirmektedir. 1932 ve 1933 yıllarında 1 sayılı Kararın eki mahiyetinde 7, 8 ve 9 sayılı Kararlaryayımlanmıştır. 7 sayılı Karar ithalat için verilecek döviz tahsislerinde kambiyo mercileri tarafından verilecek izinler hakkındadır. 8 sayılı Karar ile ihraç edilen malların bedelinin ihraç tarihinden itibaren üç ay içerisinde Türkiye'ye getirilmesi zorunlu kılınmıştır, 9 sayılı Karar ile de bankalar ve bankerlere, nezdlerinde mevcut üçüncü kişilere ait dövizleri 10 gün içinde Merkez Bankasına yatırma zorunluluğu getirilmiştir.

 

Dönem içinde 2.3.1933 tarihinde yayımlan 10 sayılı Kararilk 8 Kararı yürürlükten kaldırmış ve 9 sayılı Kararı yürürlükte bırakmıştır. Bu Karar ile döviz tahsisi ihtiyacı bulunanların ihtiyaçlarının öncelikle kendilerine ait dövizlerden karşılanacağı ifade edilmiştir. Bu Karar ile döviz sahiplerine dövizleri üzerinde kısmen tasarruf yetkisi verilmektedir. 3.9.1934 tarihinde yayımlanan 11 sayılı Karar9 ve 10 sayılı Kararı yürürlükten kaldırmıştır. Bu Karar ile yurtdışına kredi verilmesi Maliye Bakanlığının iznine tabi tutulmuş, ithalat için döviz tahsis usulleri ayrıntılı olarak belirlenmiş, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye getirecekleri sermayeyi döviz olarak getirmek zorunda oldukları ifade edilmiş, yolculara beraberlerinde 25 Liraya kadar Türk Parasını yurtdışına çıkarma hakkı verilmiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde 23.12.1937 tarihinde 58 maddeden oluşan 12 sayılı Kararyayımlanmış ve bu Karar 1947 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Bu Karara göre bankaların yurtdışından sağladıkları döviz kredileri dışında bütün dövizlerin Merkez Bankasına devredilmesi gerekmektedir. Döviz alım satımına sadece bankalar yetkili olup, bankaların kambiyo kontrol mercilerinden izin almayanlara döviz satmaları yasaklanmıştır. İhracat bedeli dövizlerin ihraç tarihinden itibaren üç ay içinde yurda getirilmesi gerekmekte olup, 15 gün içinde Türk Lirasına çevrilmesi zorunlu kılınmıştır. Menkul kıymet ithal ve ihracı Maliye Bakanlığının iznine tabidir. Yabancı yatırımcıların sermaye bedellerini döviz olarak getirmesi esastır. Bankaların Maliye Bakanlığından izin almaksızın döviz karşılığı kredi açması mümkün değildir.

 

C. 1940-1945 Savaş Yılları

 

Bu dönemde yeni bir Karar yayımlanmamış ve 12 sayılı Karar geçerli olmuştur.  Karar çerçevesinde kambiyo denetimi nakit denetimi şeklinde yapılmış, dış ticaret rejimine ise takas ve kliring sistemi hakim olmuştur. Bu sistemde anlaşmalı ülkeler arasındaki ithalat ve ihracat işlemleri döviz kullanılmadan takas ve mahsup yolu ile kliring kurumları aracılığıyla yapılmaktadır. Döviz tahsisleri kambiyo merciinin iznine tabi olmuştur. Bu dönem süresince dış ticaret dengesi genellikle fazla vermiştir. Türk ihraç ürünlerine olan talebin ve fiyatların artması, ayrıca, ithalatın istenildiği gibi yapılamaması bunda etkili olmuştur. Öte yandan bu dönemde kamu kesiminin Merkez Bankasından yaptığı borçlanmalar nedeniyle artan parasal genişleme yanı sıra, ithal mallarında yaşanan kıtlık ve panik havası ile stokçuluğun artması fiyatların yükselmesine neden olmuştur. Fiyatları denetim altına almak üzere Milli Korunma Kanunu çıkarılmıştır. Bu dönemin göze çarpan özelliklerinden biri de karne uygulamasıdır. Yine bu dönem içerisinde 1944 yılında imzalanan Bretton Woods anlaşması ile IMF ve Dünya Bankası kurulmuş ayrıca üye ülkeler paralarını Dolara göre tanımlamışlardır.

 

D. 1946-1949 Batıya Açılma Eğilimi

 

Cumhuriyetin ilanından sonra hükümet ilk olarak 7.9.1946 tarihinde Merkez Bankası Kanunu’na dayanarak devalüasyon yapmıştır. Bu devalüasyon ile Türk Lirasının değeri (1$=1,30) 83 cent'ten (1$=2.80 TL) 36 cent'e düşürülmüştür. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına 1947 yılında bu kur üzerinden üye olmuştur.[8]Bu dönemin önemli özelliklerinden biri devletçiliğin sorgulanması ve çok partili siyasi hayata geçilmesidir. Yine bu dönemde Sovyetler Birliği'nin Kars, Ardahan ve Boğazlar konusundaki tavrı nedeniyle Türkiye'nin ABD'ye yakınlaştığı görülmektedir. Ayrıca 100 milyonluk Marshall yardımı da bu dönemde alınmıştır. Bu dönemde 1946 yılı dışında ticaret dengesi açık vermiştir. Ancak dış ticaret hacminin arttığı görülmektedir.

 

Bu dönem içerisinde 26.5.1947 tarihinde yayımlanan 13 sayılı Kararödemeler dengesi sistematiğine paralel bir düzenleme getirmiş ve önceki Kararların aksine detay düzenlemelere fazlaca yer vermemiştir. Bu Karar ile döviz alım ve satımına bankaların yetkili olduğu, döviz permisi olmayanlara döviz satılamayacağı hükme bağlanmış, yerleşiklerin Türkiye'deki dövizlerinin kullanımı yasaklanmıştır. Bankaların kendilerine tevdi edilen dövizleri Merkez Bankası'na devretmeleri zorunlu kılınmıştır. Ancak bankaların yurtdışından sağladıkları döviz kredileri bundan istisna edilmiştir. Maliye Bakanlığı ihracat bedeli dövizlerin yurda getirilmesine ilişkin her türlü tedbiri almaya yetkili kılınmıştır. Bu Karar ile birlikte dış ticarette takas ve kliring sisteminden serbest döviz sistemine geçilmiştir.

 

E. 1950-1960 Tarım ve Altyapı Atılımı ile Açık Finans

 

Bu dönemin dikkat çeken özelliği bu tarihe kadar iktidarda olan parti yerine başka bir partinin iktidara gelmesi ve uygulanan politikalarda önemli ölçüde değişikliğe gidilmesidir. Bu dönemde özellikle tarım kesiminde önemli gelişmeler olmuştur. Traktör ithalatı önemli ölçüde artmış, iklim koşulları özellikle dönemin başında olumlu yönde seyretmiş ve tarım fiyatlarında görülen artış nedeniyle çiftçi-köylü nüfusun refahında artış görülmüştür. Diğer taraftan, özellikle karayolu, enerji ve sulama alanlarında yoğunlaşmak üzere alt yapı yatırımlarında önemli ölçüde artış olduğu gözlenmektedir. Ancak iktidar partisinin programının aksine devletçiliğe devam edildiği ve çok sayıda yeni kamu işletmesinin faaliyete geçtiği görülmektedir. 

 

Bu döneme kadar özellikle bütçenin denkliği büyük önem taşımasına rağmen bu dönemde Merkez Bankası kaynaklarının sıkça kullanıldığı görülmektedir. Dönemin başında devralınan döviz rezervi, artan dış yardım ve başlangıçta tarımsal hasatta ve tarım ürünleri fiyatlarında yaşanan olumlu gelişmeler özellikle dönemin ikinci yarısında tersine dönmeye başlamıştır. Dönemin ikinci yarısında yüksek fiyatlar, döviz darboğazı ve karaborsa uygulamaları görülmüştür. Bu dönemde dış ticaret dengesi sürekli açık vermiş ve dönemin sonlarına doğru dış yardım ve kredi imkanlarının azalması döviz sorununu yine önemli hale getirmiştir. Bütün bunlar sonucunda hükümetin 4 Ağustos 1958 tarihinde  bazı istikrar kararları açıkladığı görülmektedir. Bu kararlar arasında önemlileri, TL'nin değerinin düşürülmesi, para arzının kontrol altına alınması, KİT ürünlerinin fiyatlarının yükseltilmesi ve kamu harcamalarının azaltılmasıdır.

 

Bu şartlar dahilinde, 15.9.1955 tarihinde yayımlanan 14 sayılı Karar1567 sayılı Kanunun verdiği yetkileri en geniş şekildeuygulamaya taşımış bir Karar niteliğindedir. Bu Karar ile döviz ithali serbest bırakılmış, ancak belli edilecek süreler içinde bu dövizlerin bankalara yatırılması zorunlu kılınmıştır. Maliye Bakanlığından önceden izin almaksızın döviz taşımak ve bulundurmak yasaklanmıştır. Ayrıca bu Karar ile diğer Kararlarda bulunmayan, ticari ve gayri ticari hangi kaynaktan sağlanırsa sağlansın bütün dövizlerin Maliye Bakanlığının emrinde olduğu, döviz tahsis ve kullanımlarının ihtiyaçların tür ve önemine göre yapılacağı hükmüne yer verilmiştir.

 

Yukarıda belirtilen devalüasyon kararı çerçevesinde, 4.8.1958 tarihinde yayımlanan 15 sayılı Kararile, her türlü döviz satışında TL'nin dolar karşısındaki paritesi 1 Dolar=9 TL olarak belirlenmiş, Türk Parasının kıymetini korumak amacıyla Merkez Bankası nezdinde Kambiyo Karşılık Fonu kurulmuştur. Ancak, 22.8.1960 tarihinde yayımlanan 16 sayılı Kararile 15 sayılı Karar yürürlükten kaldırılmış ve bahse konu fon tasfiye edilmiştir. Yapılan devalüasyon ise 65 sayılı Yasa kapsamına alınmıştır.

 

F. 1961-1979 Karma Ekonomi

 

Bu dönemde 15 yıllık perspektif içinde kamu sektörü için emredici özel sektör için yönlendirici 5 yıllık kalkınma planlarından ilk üçü yürürlüğe konulmuştur. Dönem boyunca kamu kesimi kaynak yetersizliği ve döviz sorunu önemini korumuştur. Diğer taraftan, siyasal yaşamda ve dolayısıyla iktisadi hayatta inişler çıkışlar yaşanmış, planı hazırlayıp uygulamaya koyan hükümetler plan dönemi bitmeden yerini başka hükümetlere bırakmış, gelen hükümetlerde kendi anlayışlarını yıllık programlarla yansıtmaya çalışmışlardır.[9]Bu dönem boyunca dış ticaret dengesi sürekli açık vermiş, ancak işçi dövizleri devreye girmiştir. Bu dönemin özellikle 70'li yıllarla ilgili bölümlerinde bazı önemli unsurlar görülmektedir. Bunlar istikrarsız koalisyon hükümetleri, işçi dövizlerindeki artış nedeniyle yatırım ve ithalat artışında cesaret, tüm dünyayı etkileyen petrol krizleridir. Bunun sonucunda ekonominin Yenal'ın[10]deyimiyle "artan para-yükselen fiyatlar-sabit kambiyo kuru- artan ithalat-artmayan ihracat-yükselen dış borç"çemberine girdiği görülmektedir. Bu dönemin sonuna doğru enflasyon %50'nin üzerine çıkmış ve döviz darboğazı baş göstermiştir.

 

Bu dönemde, 11.8.1962 tarihinde yayımlanan 17 sayılı Kararındövizlerin tasarruf ve idaresi başlıklı 4. maddesine göre, ticari ve gayri ticari her türlü kaynaktan doğan dövizlerin mülkiyeti kime ait olursa olsun Maliye Bakanlığının emrinde olduğu, dövizlerin kullanımının ihtiyaçların türü ve önemine göre Bakanlıkça belirleneceği, yurda getirilmesi zorunlu dövizlerin yurda getirilmesine ilişkin esasların ülkeler ile yapılan anlaşmalarda ayrıca düzenlenmemesi halinde Bakanlıkça belirleneceği ifade edilmiştir. Diğer taraftan, bu Kararda Türk vatandaşlarının döviz üzerinden işlem yapmasına ilişkin hükümlerin 14 sayılı Karara nispeten hafifletildiği görülmektedir. Bazı sermaye hareketleri kalemleri açısından bakıldığında, yurt dışına menkul kıymet ihracının, yabancı menkul kıymetlerin yerleşiklere satışının, yurt dışından kredi alınmasının ve yurt dışına kredi verilmesinin, Maliye Bakanlığı'nın iznine tabi tutulduğu, yurt dışına doğrudan sermaye ihracının ise, Bakanlar Kurulunun iznini gerektirdiği görülmektedir. Yabancı yatırımcıların yurda getirecekleri sermayeyi döviz olarak getirerek bankalara satmaları mecburi kılınmıştır.

 

Dönem içinde 10.8.1970 tarihinde yayımlanan 18 sayılı Kararile Türk Lirasının ABD Dolarına nazaran paritesi bazı istisnalar dışında 1 Dolar=14 TL olarak belirlenmiştir. İhracat ile ilgili kalkınma projelerinin finansmanında ve desteklenmek istenen sektörlerde maliyetin azaltılmasında kullanılmak üzere Kambiyo Eşitlendirme Fonu kurulmuştur. 1.10.1973 tarihinde yayımlanan 19 sayılı Kararile ekonomik istikrarın korunması amacıyla mamul madde fiyatlarını kontrol etmek üzere Maliye Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında bir komite kurulması öngörülmüştür. 19.1.1974 tarihinde yayımlanan 20 sayılı Kararile uluslar arası petrol piyasalarındaki gelişmelerin ödemeler dengemize yapacağı olumsuz etkileri önlemek amacıyla ülkemizdeki petrol aramalarını hızlandırmak, arama alanlarını geliştirmek ve benzeri her türlü faaliyetleri finanse etmek üzere Merkez Bankası nezdinde bir fon kurulmuştur. Yine dönem içinde 1.3.1974 tarihinde yürürlüğe giren 21 sayılı Kararile Türk Parasının değerinin iç fiyat değişikliklerinden etkilenmesini önlemek amacıyla, Bakanlar Kurulu Kararları veya 440 sayılı Kanun gereğince fiyatları tespit edilen madde ve mamul fiyatlarının istikrar içinde tutulması için, Merkez Bankası nezdinde "Fiyat Düzenleme ve Destekleme Fonu" kurulmuştur.

 

Dönem içinde 29.8.1974 tarihinde yayımlanan 22 sayılı Kararile anonim ortaklıkların kara iştirakli tahvil çıkarmalarına ilişkin düzenleme yapılmıştır. 11.9.1975 tarihinde yayımlanan 23 sayılı Kararile Türk Parasının uluslar arası fiyat hareketlerinden etkilenmemesini sağlamak ve gerekli düzenlemeleri yapmak amacı ile 1567 sayılı Kanunun 1. maddesine dayanılarak her tür yağlı tohumlar küspesinin fiyatları ile ilgili olarak Merkez Bankası bünyesinde bir fon kurulmuştur. 22.9.1977 tarihinde yayımlanan 24 sayılı Kararile taksitli satış konusu malların satışını yapanların uymaları gereken esaslar belirlenmiştir. 

 

G. 1980-2003 Dışa Açılma

 

Bu dönemin başında iktisat literatüründe ortodoks politikalar olarak nitelendirilen bir dizi yeni ve önemli politika uygulanmaya başlamıştır. 24 Ocak Kararları olarak bilinen bu Kararlar ile 1980'li yıllara gelinceye kadar uygulanan bir çok politikada köklü değişikliğe gidilmiştir. Bu politikaların başlıcaları; para arzının kısılması ve serbest faiz uygulaması, Türk Lirasının yüksek oranda değerinin düşürülmesi, kamu harcamalarının kısılması, KİT ürünlerinin fiyatlarının artırılması, sübvansiyonların azaltılması, değişken kur, günlük kur uygulamasına geçilmesi ve özellikle ihracatı teşvik etmeye yönelik politikalardır.[11]Bu kararlar doğrultusunda 25.1.1980 tarihinde yayımlanan 25 sayılı Kararile, 1 Dolar=70 TL olarak belirlenmiştir. Öte yandan, 1982 Anayasası sonrasında 1983 Aralık ayında yeni bir hükümet göreve başlamış ve bu arada 1985-1989 dönemi için geçerli olacak beşinci beş yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır. Plan hedeflerine ulaşmak amacıyla 24 Ocak Kararlarına benzer şekilde sıkı para ve pozitif reel faiz politikası, kamu yatırımlarının altyapı alanlarında yoğunlaştırılması, KİT’lerin özelleştirilmesine başlanılması, günlük kur ilanına geçilmesi, döviz işlemlerinde serbestiyete geçilmesi, ithalatın serbestleştirilmesi ve ihracata çok yönlü teşvik politikasına devam edilmesi yönünde tedbirler uygulanmaya başladığı görülmektedir.


Genel olarak büyüme, ihracat artışı, gelişmiş bir mali sistem ve ekonomik istikrarın bu süreçte önemli hedefler olduğu görülmektedir. Alınan yeni iktisadi kararlar ile mal piyasaları dış piyasalara açılarak ticaret rejimi serbestleştirilmiş, döviz işlemleri serbestleştirilmiş, yurt içi mali piyasaların uluslararası mali piyasalar ile eklemlenmesi amacıyla bir takım tedbirler alınmış ve mevzuat değişikliği gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda, 12.1.1983 tarihinde yayımlanan 26 sayılı Karar ile, yerleşiklere, döviz kazandırıcı faaliyetler sonucu elde ederek Türkiye'ye getirip bir bankaya satmak zorunda oldukları serbest dövizlerin yüzde beşini geçmemek üzere vadesiz döviz tevdiat hesabı açma imkanı tanınmıştır. 25.8.1983 tarihinde yayımlanan 27 sayılı Karar ile yatırımların ve döviz kazandırıcı faaliyetlerin finansmanı amacıyla bankalarca dış kaynaklardan veya Hükümet aracılığı ile sağlanan kredilerin bu bankalar veya kredileri kullandırdıkları müstakrizleri tarafından sabit bir maliyet unsuru haline getirilebilmesi amacıyla Merkez Bankası nezdinde "Dış Krediler Kur Farkı Fonu" kurulmuştur. 

 

Öte yandan, Kambiyo Mevzuatında önemli bir dönüm noktasına işaret eden 28 sayılı Karar (29.12.1983) ile, bir döneme damgasını vurmuş olan 17 sayılı Karar yürürlükten kaldırılmıştır. Bu Karar ile, madde politikasının  takibi ve fiyat istikrarını sağlamak amacıyla Merkez Bankası bünyesinde Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu kurulmuştur. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı bu Kararın uygulamasını temin etmek amacıyla özendirici, düzenleyici, sınırlayıcı ve yasaklayıcı esasları belirlemeye yetkili kılınmıştır. Bu Karar diğer Kararlardan farklı olarak genel hükümlere yer vermiş, asıl düzenlemeler Tebliğ ile yapılmıştır. Bu Karara ilişkin 29.12.1983 tarih ve 84/1 sayılı Tebliğde uluslararası piyasalar ve ülke ekonomisindeki gelişmeler dikkate alınarak, Türk Lirasının yabancı paralar ve altın karşısındaki değerinin Merkez Bankasınca tespit edilecek usuller çerçevesinde belirleneceği ifade edilmiştir. Bankaların Merkez Bankasınca belirlenecek esaslar dahilinde döviz alım satımı yapabileceği hükme bağlanmıştır. Önemli bir değişiklik olarak,yerleşiklerin beraberlerinde döviz bulundurmalarının hiçbir kayda tabi olmadığı,bu kişilerin dilerlerse söz konusu dövizleri bankalarda açacakları döviz hesaplarında tutabilecekleri ve bu hesaplardaki dövizleri, efektif olarak kullanmak dahil serbestçe tasarruf edebileceklerihükme bağlanmıştır.

 

Söz konusu Tebliğ ile ihracat bedellerinin en az %80’inin fiili ihraç tarihinden itibaren 3 ay içerisinde yurda getirilerek bankalara satılması zorunlu kılınmıştır. İthalat bedellerinin ithalata aracılık eden Merkez Bankası ve bankaların kendi kaynaklarından, bankacılık teamüllerine ve alıcı ve satıcı arasındaki anlaşmalara uygun olarak transfer edileceği ifade edilmiştir.

 

Önceki Kararlara kıyasla yerleşiklerin yurtdışından kredi almasına ilişkin hususlarda önemli ölçüde serbestleştirmeye gidilmiştir. Yabancıların Türkiye’de yatırım yapmalarının ve ticari faaliyette bulunmalarının ilgili kanun ve anlaşma hükümlerine tabi olduğu ifade edilmiştir. Yerleşiklerin yurtdışında yatırım yapmak amacıyla 2 milyon ABD Dolarına kadar sermaye ihraç taleplerine Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığınca izin verileceği, bunun üstündeki taleplere ise Bakanlar Kurulunca karar verileceği hükme bağlanmıştır. Her türlü menkul kıymetin ithali ve ihracı ile yabancı paralar üzerinden düzenlenen menkul kıymetlerin Türkiye’de yerleşik kişilere satışı ve devrinin serbest olduğu hükme bağlanmıştır. Bu arada, 14.4.1984 tarihinde yayımlanan 29 sayılı KararDış Krediler Kur Farkı Fonu uygulaması ile ilgili 27 sayılı Karara benzer düzenlemeler içermiştir.

 

Yine dönem içinde, 7.7.1984 tarihinde yayımlanan 30 sayılı Kararile 28 sayılı Karar yürürlükten kaldırılmış, 28 sayılı Karara dayanılarak Tebliğ ile düzenlenen bir çok hususa tekrar Kararda yer verilmiştir. Bu Karar ile 28 sayılı Kararda olduğu gibi yerleşiklerin beraberlerinde döviz bulundurmalarının serbest olduğu, bu kişilerin dilerlerse söz konusu dövizleri bankalarda açacakları döviz hesaplarında tutabilecekleri ve bu hesaplardaki dövizleri efektif olarak kullanmak dahil serbestçe tasarruf edebilecekleri belirtilmiştir. Türk Parasının altın ve yabancı paralar karşısındaki değerinin Merkez Bankasınca tespit edilecek usuller çerçevesinde belirleneceği ifade edilmiştir. İhracat bedellerinin yurda getirilmesi konusunda 28 sayılı Karar dönemindeki düzenleme korunmuştur. İthalat bedellerinin transferinde de aynı durum söz konusudur. Yurtdışına yapılacak doğrudan yatırımlar kapsamındaki 3 milyon ABD Dolarının üzerindeki sermaye ihraç taleplerine Bakanlar Kurulunca izin verileceği ifade edilmiştir. 28 sayılı Karara benzer şekilde hangi hallerde yurtdışından döviz kredisi temin edileceği açıklanmış, bunların dışındaki durumlara Bakanlıkça izin verileceği belirtilmiştir. Bankaların hangi hallerde yerleşiklere döviz kredisi açacakları belirlenmiştir. Merkez Bankası ve bankaların Türkiye’de ve yurtdışında yerleşikler adına döviz tevdiat hesapları veya dövize dönüştürülebilir TL Mevduat hesapları açabilecekleri ifade edilmiştir. Öte yandan, 6.4.1985 tarihinde yayımlanan 31 sayılı Kararile 29 sayılı Karar yürürlükten kaldırılmış ve Dış Krediler Kur Farkı Fonu uygulaması ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.

 

H. Mevcut Kambiyo Rejimi

 

Son olarak, 11.8.1989 tarihinde yayımlanan ve bugün de yürürlükte bulunan 32 sayılı Kararile 1980'li yıllarda yürütülen dövizli işlemler ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine yönelik süreç tamamlanmıştır. Bu Kararda 1990, 1991, 1993, 1994, 1997, 1999, 2001 ve 2003 yıllarında bazı küçük değişiklikler yapılmış olmakla birlikte, 1989 yılında yayımlandığı haliyle Türkiye serbest Kambiyo Rejimi uygulayan ülkeler kategorisine girmiştir.

 

Bu Karar daha önceki kararlarda olduğu gibi ödemeler dengesi sistematiğine paralel olarak, döviz ve Türk Parası, dış ticaret, görünmeyen işlemler ve sermaye hareketleri alt bölümlerinden oluşmaktadır. Genel olarak, Türkiye’ye döviz giriş ve çıkışı serbesttir. Ancak giriş ve çıkışların bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla gerçekleşmesi amaçlanmıştır. Yerleşiklerin bankalar veya özel finans kurumları aracılığıyla yurt dışına döviz ve TL transfer ettirmeleri serbest bulunmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, konvertibl olmasına rağmen yurt dışına TL transferi sınırlı düzeydedir. Bu durum hem TL talebinin yetersizliği hem de teknik nedenlerden kaynaklanmaktadır.  Kararda döviz ve TL çıkışının esas olarak bankacılık sistemi ile yapılması amaçlandığından, yolcuların beraberlerinde en fazla 5.000.- ABD Dolarına kadar TL ve istisnaları hariç olmak üzere efektif götürmelerine müsaade edilmiştir.


Türkiye'den döviz çıkışının bankacılık sistemi aracılığıyla gerçekleşmesi amaçlanmışken, Türkiye'ye döviz ithalinde bu şart aranmamaktadır. Böylece Türkiye'ye fiziki olarak da döviz girişi mümkün bulunmaktadır. Bunda Türkiye'nin dövize olan ihtiyacı önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu durum, özellikle yolcu beraberi getirilen dövizlerin miktarı ve bu dövizlerin meşruiyeti konusunda belirsizlik yaratmaktadır. 

 

Karara göre, Türkiye'de yerleşik kişilerin beraberlerinde döviz bulun­durmaları, bankalar, özel finans kurumları, yetkili müesseseler, PTT ile kıymetli maden aracı kuruluşlarından döviz satın almaları, dövizleri bankalarda açacakları döviz hesaplarında tutmaları, efektif olarak kullanmaları, bank­alar ve özel finans kurumları vasıtasıyla yurt içinde ve yurt dışında tasarruf etmeleri serbest bulunmaktadır.

 

İhracat bedellerinin fiili ihraç tarihinden itibaren en çok 180 gün içinde ihracatçılar tarafından yurda getirilerek bankalara veya özel finans kurumlarına, Türk parası olması halinde tevsiki, döviz ise satılması zorunlu bulunmaktadır. İthalat bedelinin, ithalata aracılık eden bankalar  ve  özel finans kurumlarının kendi kaynaklarından ve Bakanlıkça belirlenecek usuller dahilinde ilgililere ait döviz hesaplarından bankacılık teamüllerine ve alıcı ile satıcı arasındaki anlaşmalara uygun şekilde Türk parası veya döviz olarak ödenmesi mümkün bulunmaktadır.

 

Karardaki döviz giriş çıkışı serbestiyetine karşın ilginç bir şekilde yurtdışına yapılan doğrudan yatırımlar kapsamındaki döviz transferi konusunda izin prosedürü bugüne kadar korunmuştur. Kararın 1989 yılında yayımlanan ilk halinde yerleşiklerin yurtdışında şirket veya ortaklık kurmak üzere 25 milyon ABD Dolarına kadar olan sermaye ihraçlarına Bakanlıkça izin verileceği, bu tutarın üzerindeki ihraçlara ise Bakanlar Kurulunca izin verileceği hüküm altına alınmışken, 1990 yılında yapılan değişiklik ile 5 milyon ABD Dolarına kadar olan sermaye ihraçları serbest bırakılmış, 5 milyondan 50 milyona kadar olan taleplere Bakanlıkça izin verileceği, 50 milyonun üzerindeki taleplere ise, Bakanlar Kurulunca izin verileceği hüküm altına alınmıştır. Daha sonra 1993 yılında yapılan değişiklik ile, 5 milyon ABD Dolarına kadar olan sermaye ihraçlarının serbest olduğu, bu miktarı aşan tutarlara Bakanlıkça izin verileceği hüküm altına alınmıştır.


Karara göre, dışarıda yerleşik kişilerin, her türlü menkul kıymet ile diğer sermaye piyasası araçlarını, Sermaye Piyasası Mevzuatına göre yetkili bulunan bankalar ve aracı kurumlar vasıtası ile satın almaları, satmaları, bu kıymetler ve araçlara ait gelirler ile bunların satış bedellerini bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla transfer ettirmeleri serbest bulunmaktadır. Yine Türkiye'de yerleşik kişilerin bankalar, özel finans kurumları ve Sermaye Piyasası Mevzuatına göre yetkili bulunan aracı kurumlar vasıtasıyla yurt dışındaki mali piyasalarda işlem gören menkul kıymetleri satın almaları, satmaları ve bu kıymet­lerin alış bedellerini bankalar ve özel finans kurumları aracı­lığı ile yurt dışına transfer ettirmeleri serbest bulunmaktadır.

 

Yurtdışından alınan krediler 32 sayılı Karar öncesinde yürürlükte bulunan Kararlarda genellikle bazı sınırlamalara tabi tutulmuşken bu Karar ile tamamen serbest hale getirilmiştir. Ancak kredilerin bazı istisnaları dışında mutlaka Türkiye’deki bankalar ve özel finans kurumları aracılığı ile yurda getirilerek kullanılması gerekmektedir. Türkiye'de bulunan bankalarca ihracat ve döviz kazandırıcı faaliyetler ile belirli bazı diğer faaliyetlerin finansmanı amacıyla yerleşiklere döviz kredisi kullandırılması mümkün bulunmaktadır.

 

I. Sermaye Hareketlerine İlişkin Bir Değerlendirme

 

Türkiye’de özellikle 90’lı yıllar boyunca ve 2000’li yılların başlarında siyasi istikrar bir türlü sağlanamamıştır. Bu durum enflasyonist ortam ve kamunun borç sorunu nedeniyle ekonomik kırılganlığı artırmış ve reel faizler çok yüksek seyretmiştir. Bu süreçte sık sık krizler yaşanmış, iktisat politikası seçenekleri her krizden sonra biraz daha daralmış ve istikrar programlarına başvurulmuştur. Türkiye'de, 1994 yılındaki kriz de dahil olmak üzere, son yıllardaki krizlerde, kamu kesiminin borçlanma sorunu, sermaye akımları ve bankacılık sisteminin sorunlarının etkileşiminin çok önemli bir rol oynağı söylenebilir.[12]Bu konuda Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında ise aşağıdaki ifadeye yer verildiği görülmektedir.

 

"Türk ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yaşanan bu krizlerde dışsal etkenlerin de rolü olmakla beraber krizlerin başlıca nedenleri: (i) sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması ve (ii) başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız yapının ve diğer yapısal sorunların kalıcı bir çözüme  kavuşturulamamış olmasıdır."

 

Bu kapsamda, bazı iktisatçılar tarafından yaşanan krizlerde sermaye hareketlerinin etkisine ilişkin tartışmalar da yapılmıştır. Özellikle sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin zamanlaması eleştiri konusu olmuştur. Bu iktisatçıların görüşlerine göre, makro ekonomik istikrasızlık içinde bulunan bir ülkenin, parasını konvertibl yapma, sermaye hareketlerini serbestleştirme yoluna gitmesi durumunda, o ülkede makro ekonomik denge kurulamayacak ve istikrarsızlık giderek büyüyecektir. Yine bu kapsamdaki görüşlere göre, mali piyasaların ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin, birçok gelişmekte olan ülkede bazı mali ve yapısal reformlar ile birlikte yapılırken, Türkiye'de 1980'lerin sonlarında ortalama %70 enflasyon yaşandığı, gelişmemiş bir mali sistem ile mali piyasaları etkin olarak gözetip denetleyecek mevzuat ve kurumlardan yoksun olunan bir ortamda gerçekleştirilmesi yaşanan krizlerde etkili olmuştur. 

 

IV.SONUÇ 

 

Dövizin ve dövizli işlemlerin kontrol edilmesine yönelik uygulamaların çoğunlukla gelişmekte olan ülkelerde ve genellikle ödemeler dengesi problemlerini çözmek üzere uygulandığı görülmektedir. Bu tür ülkelerde döviz ihtiyacı genellikle döviz kazançlarının üstünde olmakta, bu nedenle kısıtlı döviz mevcutlarının uygun şekilde harcanmasına ve spekülatif hareketlerin önlenmesine çalışılmaktadır.

 

Bu kapsamda, Türkiye'nin 1930'lardan 1980'li yılların başına kadar kambiyo kontrolüne başvurduğu görülmektedir. 1923-1930 yılları arasındaki dönemde geçerli olan koşullar gereği, bu yönde bir politika gözlenmemekle birlikte, özellikle 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran sonrasında çıkarılan ve halen yürürlükte bulunan  1567 sayılı Kanun çerçevesinde Bakanlar Kurulunca yayımlanan kararlar ile döviz ve dövizli işlemlere ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler ile döviz kazançlarının yurda getirilmesinin zorunlu kılındığı, kambiyo kontrol mercilerince bu dövizlerin ihtiyaçların türü ve önemine göre tahsis edildiği, dövizin yurtiçi kullanımına sınırlamalar getirildiği görülmüştür.

 

Özellikle Cumhuriyetin başlangıç dönemlerinde ekonomi yönetiminin Türk Lirasının değerinin korunması ve bütçenin denkliği konusuna büyük hassasiyet gösterdiği ve bu kapsamda dövizin kontrolü ve spekülasyonunun önlenmesine hizmet edecek her türlü tedbire başvurduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen, Türkiye'de döviz darboğazı ve TL'nin değeri sorununa bugüne kadar kalıcı bir çözüm bulunamadığı, ancak bazı dönemlerde kambiyo kontrolünün olumlu sonuçlar verdiği görülmektedir. Bu dönemler, genellikle önemli dışsal şoklar yaşanmayan, bütçe denkliğinin sağlandığı, parasal genişlemenin makul ve kontrol edilebilir seviyede olduğu ve kamu borçlanmasında aşırıya gidilmediği dönemlerdir. Bu çerçevede, kambiyo kontrolünün, para ve maliye politikalarının etkin yürütüldüğü ve makro ekonomik dengelerin sağlandığı dönemlerde olumlu sonuçlar veren, makro ekonomik dengelerin bozulduğu ve yönetim zaafiyeti gösterildiği dönemlerde ise sıkıntı veren bir uygulamaya dönüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.

 

1567 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan Kararlardan özellikle 1960 ve 1970'li yıllarda geçerli olmuş 17 sayılı Karar, dövizin tasarruf ve kullanımına getirdiği kısıtlamalar, dövizlerin tahsis edilmesine ilişkin bürokratik işlemler ve döviz kazançlarının yurda getirilmesini sağlamaya yönelik cezai müeyyideleriyle hafızalarda yer etmiş bulunmaktadır. Ancak genel olarak bakıldığında, 1567 sayılı Kanunun Bakanlar Kuruluna verdiği yetkilerin en üst düzeyde kullanılarak oluşturulan kararın, devletçiliğin sorgulandığı, liberal eğilimlerin güçlendiği ve önemli ölçüde dış yardım alındığı 1950'li yılların ikinci yarısında uygulanan 14 sayılı Karar olduğu görülmektedir. 

 

            Türkiye'de 1980'li yıllardan itibaren dövizin yurtiçinde tasarrufu ve kullanımı konusundaki kısıtlamalar kaldırılmış, dış ticaret ve sermaye hareketleri serbestleştirilmiştir. 1989 yılında çıkarılan 32 sayılı Karar ile de bütünüyle serbest bir kambiyo rejimine geçilmiştir. 1980'li yılların ortalarından itibaren döviz sorunu konusunda eskiye göre önemli ölçüde rahatlama sağlanmış ise de özellikle 1994 ve 2001 krizlerinde olduğu gibi döviz sorunun önemini koruduğu anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra bu tür krizlerin oluşumunda sermaye hareketlerinin serbest olması nedeniyle özellikle kısa vadeli sermaye hareketlerine müdahale edilmemesinin önemli ölçüde etkisi olduğu şeklinde dikkate değer görüşler de ileri sürülmektedir.

 

            Türkiye'de 1567 sayılı Kanuna dayanılarak bugüne kadar 32 adet Bakanlar Kurulu Kararı yayımlanmıştır. Bu Kararlardan bazılarının kambiyo rejiminin esaslarını belirleyen veya bu esaslarda değişiklik yapan kararlar olduğu, bazılarının ise Dolar/TL paritesini belirleyen veya bazı fonların kurulmasını sağlayan kararlar olduğu görülmektedir. Ancak 1980'li yıllarla birlikte değişken döviz kuru sistemine geçilmesi ve döviz kurlarının piyasada belirlenmesi nedeniyle Dolar/TL paritesini düzenleyen kararlar tarihe karışmıştır. Öte yandan, 1567 sayılı Kanuna dayanılarak fiyat veya kurlarda istikrar ve denge sağlamaya yönelik fon kurulmasına ilişkin Karar çıkarılması uygulaması da sona ermiştir. Böylece bugün gelinen nokta itibarıyla bu kanuna dayanılarak yalnızca kambiyo rejiminin esaslarını belirlemeye yönelik Kararlar çıkarma imkanı bulunmaktadır. Ancak 1989 yılından bu yana bu yönde bir karar da çıkarılmadığı görülmektedir. 

            

 

KAYNAKLAR

 

 

BAŞAL, K. ve KÜRÜMOĞLU, İ., (2002), Açıklamalı İçtihatlı Türk Parasının Kıymetini       Koruma ve Kambiyo Mevzuatı, Ankara, Seçkin Yayınları.

BENER, E., (1967), Türkiye'de Para ve Kambiyo Denetimi, Ankara, Türk Matbaacılık   

Sanayii.

BORATAV, K., (2003), Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002), Ankara, İmge Kitabevi Yayınları.

EĞİLMEZ, M., (1997), "Hazine", İstanbul, Diyalog Yayınları.

EKZEN, N. ve TAŞDELEN, S. (2002), Hukuksal ve Ekonomik Yönleriyle Türkiye'nin  Kambiyo Rejimi Hakkında Bir Değerlendirme, Ankara, Ülke Politikaları Vakfı Yayınları, Yayın No:1

GÜVEN, S. (2001), "Sermaye Hareketlerinin Nedenleri, Etkileri ve Türkiye Örneği", İktisat 

İşletme ve Finans Dergisi, Ağustos 2001, Sayı:185.

KURUÇ, B., (1993), Belgelerle Türkiye İktisat Politikası-2 Cilt, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. 

ÖNDER, İ., TÜREL, O., EKİNCİ, N., ve SOMEL, C., (1993), Türkiye’de Kamu Maliyesi Finansal Yapı ve Politikalar, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

TEZEL, Y.S., (1994), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

TOKGÖZ, E., (1999), Türkiye'nin İktisadi Gelişme Tarihi, Ankara, İmaj Yayınları.

YENAL, O., (2001), Cumhuriyet'in İktisat Tarihi, Ankara, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Yayınları.

 



[1]Bener, E., sf.18

[2]Ekzen, N. ve Taşdelen S., sf.4

[3]Boratav, K., sf.44

[4]Tezel, Y.S., sf.173

[5]Tokgöz, E., sf.94

[6]Kuruç, B., sf.44

[7]Başal, K. ve Kürümoğlu, İ., sf.11

[8]Yenal, O., sf.102

[9]Tokgöz, E., sf.145

[10]Yenal, O., sf.131

[11]Tokgöz, E., sf.174-175

[12]Güven, S., sf.94

Yorumlar