Ruslarla sıra dışı bir savaş ve Abdülhamid’in durumu


Yıl 1878. Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmiş ve İstanbul kapılarına dayanmış. Grandük Nikolay tarihte hiçbir Rus komutanın başaramadığı ölçüde yaklaşmış İstanbul’a. Padişah II. Abdülhamid ise son derece kaygılı. Diğer devletler yanında İngilizler de Rusların bu konumundan rahatsız. Donanmayı göndermek istiyorlar ama Padişah “gelirlerse bir daha gitmezler” endişesinde. Üstelik Ruslarla gizli pazarlık yapıldığından endişe ediyor. Abdülhamid’in Halife unvanıyla İslam adına yaptığı cihat çağrısı işe yaramıyor. Hayatından endişe ediyor. Her şeyden ve herkesten kuşkulanıyor. İstanbul düştü düşecek diye bakıyor kimileri. İşte böylesine yakıcı ve derslerle dolu bir savaş 93 harbi…

 

Osmanlı için “hasta adam” deyimini ilk kez Rus Çarı I. Nikolay kullanmıştı. 9 Ocak 1853’te bir konserden çıkarken İngiliz sefirine söylemişti bunu. Artık sürekli kaybedilen savaşlar, ekonomik açıdan Avrupa’nın denetimine girmiş olmak, askeriyenin ve idarenin istenilen şekilde modernize edilememesi en önemli nedenlerdi. Bir zamanlar üç kıtaya hükmeden, Karadeniz’i bir iç deniz haline getirmiş o görkemli imparatorluk günden güne eriyor, yabancılarsa bunu daha iyi görüyordu. Bismark’ın deyimiyle Osmanlı bahçesinden olgun meyve koparmaya heveslenen çoktu.


 

Aslında Osmanlı’nın yıkılışındaki gecikmenin sebebi Ruslar ve Avrupalılar arasındaki çıkar ve bölüşüm savaşlarıydı. Ruslar Osmanlıya ne zaman hücum etse başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar kaygılanmaya başlıyor, Osmanlı ise gün geçtikçe kendini savunacak yeteneklerini kaybediyordu. Osmanlı’yı paylaşma planları yapan ülkeler zaman zaman anlaşmazlığa düşüyor, bazen de gizli ittifaklara giriyordu. Ruslarla her yeni savaş Avrupalılardan yeni borçlar ve ekonomik tavizler anlamına geliyordu.

 

Çarlık Rusya’sında ise Petro reformları ve Katerina’nın bunları devam ettirmesi önemli bir dinamizm sağlamıştı. 19. yüzyıla gelindiğinde kendi ritimlerinde ilerliyorlardı ama bir yandan da sonun başlangıcı yaklaşıyordu. Savaş merakı ve maliyeti, ortaya çıkan yeni dinamikler ve çelişkiler toplumsal faturayı ağırlaştırıyordu gün  geçtikçe. 

 

19. yüzyılın ikinci yarısında yükselen bir Pan-Slav akımı da vardı ve İstanbul hayali kuruluyordu. Slavcılık akımının hararetli savunucularından ünlü yazar Dostoyevski “İstanbul bizim olacak” diyordu örneğin.

 

II. Aleksandar (1855-81) Rusların reformcu son çarıydı aslında. Serfliğin kaldırılması onun döneminde oldu. Yargı reformu, yerel yönetim reformu ve askeri reformlar önemli sonuçlar doğurmuştu. Ama savaşmaktan da geri durmuyordu.

 

Aleksandr’ın çağdaşı II. Abdülhamid (1876-1909) de reform umutlarıyla çıkmıştı tahta. İlk Anayasa olan Kanun-i Esasi’yi ilan etmiş, Mart 1877’de Meclis-i Mebusan’ı açmış ve okunan konuşmasında yönetimi, adaleti ve tarımı geliştirecek reformlar vaat etmişti. Ancak niyeti kuşkuluydu ve Meclisi kapatması uzun sürmedi.

 

Aleksandr Nisan 1877’de Balkan devletlerinde çıkan isyanlar ve Osmanlıların bunları bastırma girişimlerini gerekçe göstererek savaş ilan etti. “Slavlık ve Ortodoksluk aşkına yürüyün” emri vermişti. Ruslar Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden Osmanlının üzerine yürüyordu. Ruslar oldukça hızlı ilerliyordu. Halife Sultan’ın Şeyhülislamın desteği ve elindeki kutsal bayrakla kafirlerle cihat çağrısı beklediği etkiyi doğurmamıştı. Osmanlı askerleri cesaretle savaşıyordu ama taktik ve kurmaylık eksiklikleri vardı.

 

Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişti. Grandük’ün kurmaylarından prens Aleksandr Battenberg ailesine yazdığı mektupta şunları söylüyordu: “Bu sabah Grandükümüzle birlikte atlarımıza bindik ve Ayastefanos yakınlarındaki bir tepeye tırmandık. Orada Konstantinopolis’i, Ayasofya’sıyla, bütün minareleriyle, Üsküdar’ıyla, her şeyiyle karşımızda gördük.”

 

İngilizler yardıma hazır olduklarını ve donanma gönderebileceklerini söylemiş ama Abdülhamid bunu istememişti. “Gelirlerse bir daha gitmezler” endişesindeydi muhtemelen.

 

Rus ordusunda iaşe sıkıntısı ve sağlık sorunları baş göstermişti. Ama yine de İstanbul’a yürümeleri işten bile değildi. Fakat ne Ruslar İstanbul’a girmeyi cesaret etmiş ne de İngilizler ve diğer devletler buna razı gelmişti. Osmanlı’nın son kalan gücü de buna müsaade etmezdi kuşkusuz. Yine de bir kabusu yaşamıştı Abdülhamid.

 

3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve daha sonra güncellenen Berlin Antlaşması ile Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ'ın kendi başlarına birer prenslik olmalarının kabul edilmesi yanı sıra Kars, Ardahan, Artvin ve Batum gibi iller Rusların yönetimine geçmiş oldu.

 

Bu savaş öyle sıradan bir savaş değildi. Sadece Balkanlardan gelen göçmenlerle İstanbul nüfusunun ikiye çıkması ve ciddi bir hayat pahalılığı söz konusu olmuştu. İsyanlardan korkuluyordu. Halk ve Ulema rahatsızdı. Hakimiyetindeki toprakların beşte ikisini kaybeden Abdulhamid herkese kuşkuyla bakıyor, suikasta uğramaktan korkuyordu. Yemeklerini çeşnicibaşıya tattırması yanında sigarasının ilk nefesini Haremağasına çektirdiği söyleniyordu.

 

İngiliz Sefir Henry Layard’ın aktardığına göre, savaşın sonlarına doğru görüştüğü Aldülhamid çok büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu ve muhtemelen kendisinden nefret edildiğini söylemişti.

 

Abdülhamid 1909 yılına kadar tahtta kaldı. Ama bu savaşın neden olduğu travma önemli olmuştu. Sonraki yılları, kurduğu tuhaf baskı düzeni, şüphe ve keder içinde geçti. Böyle olmasının tek sebebi sadece Ruslar değildi kuşkusuz ama önemli bir etkileri olduğu yadsınamaz. 

 

Abdülhamid bilgiliydi ve ülkesini savunmaya çalışıyordu muhakkak ama siyasi söylem ve yöntemleri uygun değildi kanımca. Tarihçi Alan Palmer Aldülhamid hakkında şu tespitte bulunuyor: “Daha önceki sultanlar Osmanlı yaşamını Batılılaştırmıştı. Oysa Abdülhamid Avrupa’dan ithal edilen kurumları İslamlaştırmaya çalışıyordu. Bir yandan da önceki sultanların ihmal ettiği Arap ideallerinin savunucusu haline geliyordu.”

 

Belki de Payitaht adlı televizyon dizisinde vurgulandığı gibi yanlış zamanda olduğunu düşünüyordu Abdülhamid. Şunları söylüyor orada: Yavuz Sultan Selim Han’ın, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın bıraktığı devlete idareci olsaydık…Başımıza yastığa koyduğumuz vakit kabuslar değil de fetih düşü görseydik…

 

 

KAYNAKLAR:

-RIASANOVSKY, N. ve STEINBERG, M., Rusya Tarihi

-EVTUHOV, C. ve STITES R., Rusya Tarihi

-PALMER, A., Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi

-ORTAYLI, İ., Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek

-İlber Ortaylı’nın internette yer alan muhtelif yazıları

 

Yorumlar