Çin ekonomisi yükselişini sürdürüyor ve bu durum Batıyı oldukça endişelendiriyor. Çin hali hazırda nominal olarak dünyanın ikinci en büyük, satın alma gücü paritesine göre de 24 trilyon dolar ile dünyanın en büyük ekonomisine sahip.
Fakat ilginç olan şu ki 1. yüzyıldan 19. yüzyıla kadarki iki bin yıllık dönemde de Çin dünyanın en önemli ekonomik güçlerinden biriydi. 1700’lerde İngiltere’de sanayi devrimi başlarken Çin dünya gelirinin dörtte birini yaratıyordu. Yani üretim ve gelir doğduğu yere geri dönüyor bir bakıma.
Çin 1,4 milyar nüfusu, ekonomik büyüklüğü, teknoloji konusunda yaptığı sıçrama, güçlü insan kaynağı, herkese ürün satan, herkes için üreten bir ülke olması ve son dönemde artan askeri harcamaları ile dikkatleri üzerine çekiyor.
Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler hakim güç olmalarının avantajlarını kaybetme ihtimali yanında Çin'in niyetleri konusunda da vehme kapılıyor ve bir takım tedbirler almaya çalışıyor.
Peki bu muazzam yükselişin gerisinde ne var? Çin hangi politikalar ile bu seviyeyi yakaladı?
Bu soruya yanıt ararken, Çin’in yüksek nüfusunu, 9,5 milyon kilometre kare ile dünyanın en büyük üçüncü ülkesi olmasını, Çin Komünist Partisinin plancılığını ve pragmatist politikalarını, yabancı sermayenin etkisini, teknoloji yaratma konusundaki yeteneklerini, bilim ve eğitim politikalarını, ayrıca Çinlilerin tarihsel ve kültürel özelliklerini dikkate almak gerekiyor.
Sanırım kimsenin inkar edemeyeceği bir şey var ki o da Çinlilerin disiplinli, azla yetinmesini bilen, çalışkan ve rekabetçi doğaları. Ayrıca İlber Ortaylı’nın dediği gibi Çin icatçılığı ve derin kültürü ile tarihe damga vurmuş bir medeniyet. Yani meselenin gerisinde bir takım tarihsel ve kültürel temeller söz konusu.
Genel olarak Çinli öğrencilerle ilgili kişisel gözlemlerim iyi organize olmaları, çok çalışmaları ve kütüphaneden saatlerce kalkmamaları yönündeydi. Eski sınav sorularını paylaşmayı pek istemezlerdi mesela. Yani disiplinli ve çalışkan olmaları yanı sıra rekabetçi tarafları da vardı.
Aslında Çin insan kaynağı açısından önemli avantajlara sahip ve yüksek nüfus firmaların ölçek ve verimlilik yaratmaları açısından ciddi bir avantaj sağlıyor. Agresif politikalar ile ihracatı ve doğrudan yatırımları özendirmeleri ise teknoloji kapasitelerini geliştirmede önemli faydalar sağlamış. Eğitim, üniversite ve bilim politikaları ise kritik bir role sahip.
İç Savaş sonrasında 1949 yılında Mao Zedong tarafından Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulması yeni bir dönemi başlatmış ülkede. Bu gelişmenin eğitim ve kültür hayatına önemli etkileri olmuş. Çin’in 1978’de global piyasa ekonomisine entegre olma kararı ve 1992’de “sosyalist piyasa ekonomisi” kavramının ortaya atılması önemli sonuçlar doğurmuş.
Bu ilginç sistem piyasa ekonomisi içinde kamu mülkiyeti ve devlete ait olan işletmelerin hakimiyetine dayanıyor. Bazı yorumcular bu sistemi devlet kapitalizmi olarak adlandırıyor. Sistem, zaman içinde revize edilerek özel ve kolektif ortaklı şirketlerin devreye girmesi ve yabancı sermayenin teşvik edilmesi ile günümüze kadar gelmiş. Bugün toplam gelirin yüzde 40 kadarını kamu şirketleri yaratırken kalanı ise yerli ve yabancı özel şirketler yaratıyor. Toplam istihdamın yüzde 60’tan fazlasını kamu sektörü sağlıyor.
Çin ekonomisinin büyüme performansına bakıldığında, 1970’lerde yıllık ortalama yüzde 7,3, 1980’lerde yüzde 9,7, 1990’larda yüzde 9,9, 2000’lerde yüzde 10, 2010’larda ise yüzde 7,6 büyüme sağlanmış.
1990’da 317 dolar olan kişi başı gelir, 2000’de 959 dolara, 2010’da 4550 dolara yükselmiş ve 2019 yılında 10 bin doları aşmış. Özellikle son 20 yılda inanılmaz bir sıçrama olmuş.
Mal ve hizmet ihracının milli gelire oranı 1990’da yüzde 13 iken 2000’de yüzde 21’e, 2010’da yüzde 27’ye yükselmiş.
Çin’e yönelik doğrudan yatırım girişlerine bakıldığında 80’li yıllarda yıllık ortalama 1,5 milyar dolar, 90’lı yıllarda 29 milyar dolar, 2000’li yıllarda 95 milyar dolar, 2010’lu yıllarda 214 milyar dolar giriş olmuş. Bunlar inanılmaz rakamlar. Peki ama neden Çin’e gitmiş yatırımcılar? Cevap basit aslında: Düşük ücret olduğu için, becerikli, çalışkan ve eğitimli çalışanlar olduğu için. Ayrıca yatırımcılara sunulan özel ve çekici diğer koşullar da söz konusu.
Ülkelerce günümüzde uygulanan aylık asgari ücrete birkaç örnek vermek gerekirse ILO kaynaklarına göre bu ücretin örneğin ABD’de 1257 dolar, Almanya’da 1768 dolar, Brezilya’da 212 dolar, Çin’de 320 dolar, Hindistan’da 51 dolar, Türkiye’de 481 dolar olduğu görülüyor. Ancak asgari ücret yatırımcı çekmek için tek başına yeterli bir kriter değil elbette. Çin’in başka birçok özelliği daha devreye soktuğunu, bir de eskiye göre Çin’deki asgari ücretin yükselmeye başladığı gibi hususları da dikkate almak gerekiyor. Mesela önümüzdeki dönemde Hindistan’ın da denkleme gireceği yönünde değerlendirmeler var.
Bugün Çin nüfusunun yüzde 39’u kırsalda yaşıyor. Ama bu oran 1990’da yüzde 73 seviyesindeymiş. Yani son 30 yılda kırsaldan şehirlere 300 milyondan fazla insan gelmiş ve bunlara iş sağlanmış. Bu inanılmaz bir arakam aslında. Bu istihdam ise kamu şirketlerinin, ihracatçı ve imalatçı sektörlerin, inşaatın ve hizmetlerin katkısı ile sağlanmış. Fakat hala 500 milyondan fazla nüfusun kırsalda yaşadığını not etmek gerekiyor.
Kırsaldaki nüfus daha düşük gelirle yaşasa da tarımsal üretim için ciddi bir katkı yapıyor. Bugün tarımdaki küresel katma değere ülke bazında bakıldığında Çin, ABD ve Hindistan’ın ilk üç sırayı aldığı görülüyor.
Çin hemen her şey ihraç ediyor ama dünyanın her yerinden de ham madde ithal ediyor. Örneğin 2019 yılında sadece petrol ve gaz ithalinin tutarı 343 milyar dolar tutarında. 2019 yılında toplam 2 trilyon ithalat, 2,5 triyon dolar da ihracat gerçekleştirilmiş.
Bugün dünyanın en önemli teknoloji firmaları üretimlerinin büyük bölümünü Çin’de gerçekleştiriyor. Dünyanın en büyük 500 firması listesinde en fazla firması olan ülke Çin.
Tabi Çin Komünist Partisi’nin piyasa ekonomisinden yararlanarak, pragmatist politikalar uygulaması önemli. Kanımca en kritik unsurlar planlama, politika, bilim ve insan kaynağı.
Çinli öğrenciler PISA matematik skorunda 591 puan ile ilk sırayı alıyor. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında Çin’in 22 üniversitesi bulunuyor. Çin’de ABD ve Avrupa’da doktora derecesi almış ciddi sayıda insan kaynağı söz konusu.
Yani Çin önümüzdeki dönemde dünya tarihine etki edecek çok önemli bir güç konumunda ve bu geriye döndürülebilir bir şeye benzemiyor.
Çin’in 3,2 trilyon dolar döviz rezervi bulunuyor. 2020 yılındaki salgın nedeniyle büyüme oranı yüzde 2,3 olarak gerçekleşen Çin’de enflasyon oranı son aylarda negatif seyir izliyor. İşsizlik oranı ise yüzde 5,5 düzeyinde. 1,4 milyar nüfuslu bir ülkeyi idare etmek ve işsizliği böyle bir seviyede tutmak kolay bir şey olmasa gerek.
Bununla birlikte Çin ekonomisinin bazı zayıf tarafları da var elbette. Bir defa yüksek büyümeye dayalı bir ekonomik sistem var ve büyüme düştüğünde bazı sorunlar baş gösteriyor. Kamu otoritesi yüksek büyüme ve reform tercihi konusunda sıkıntılar yaşayabiliyor. Kırsalda halen 500 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Çin’de nüfus gittikçe yaşlanıyor ve bu da bazı maliyetler getiriyor.
Doğrudan yabancı yatırım girişi önemli ve bunun kesintiye uğraması sorunlara neden olabilir. Diğer yandan, Çin önemli bir ihracatçı ülke olduğu kadar ciddi ithalat yapan ve bazı ara mallarının ithaline bağımlı olan bir ekonomi. Enerji girdilerinin ülkeye kesintisiz ve uygun maliyette girişi önemli. Çevre ile ilgili sorunlar ise yeni yatırımlar ve maliyetleri gündeme getiriyor.
Çin deneyiminin ilginç bir noktası da bütün bu gelişmelerin, tek bir partinin yönetimi altında, demokrasi ve insan haklarına ilişkin kimi eleştirilerin gölgesinde gerçekleşiyor olması. Bu ise Batı deneyiminden farklı bir pratiği ortaya çıkarıyor ve geleceğin nasıl şekilleneceği sorusunu beraberinde getiriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder