Kore mucizesinin temelleri

 

Güney Kore Asya’da mucize yaratan ülkelerden biri. Nüfusu yaklaşık 52 milyon. Kişi başı geliri 30 bin doların üzerinde. Hızlı kalkınması, teknolojideki ilerlemesi ve yarattığı dünya markaları ile adından söz ettiriyor.

 

Kore 1950’li ve 60’li yıllarda Türkiye’ye kıyasla oldukça fakir bir ülkeydi. Dünya Bankası verilerine göre 60’lı yıllarda Kore’de kişi başı gelir yıllık ortalama 147 dolar iken Türkiye’de 423 dolar idi.

 

Türkiye nominal kişi başı gelir açısından 1980 yılına kadar Kore’nin önündeydi. Kore bu yıldan itibaren Türkiye’yi geçti ve mesafeyi açmaya başladı. Satın alma gücü paritesi açısından ise Kore 1989 yılında Türkiye’nin önüne geçti. 


 

Peki günümüzde Kore’de kişi başı milli gelirin 30 bin dolar, Türkiye’de ise 8.500 dolar olduğu dikkate alınırsa Kore bu hızlı kalkınmayı nasıl başardı?

 

İlk dikkat çeken husus oldukça yüksek büyüme oranları. Kore 1961-2019 arasındaki 51 yılda ortalama yüzde 7,4 büyüme sağlamış. 1961-70 arasında yüzde 9,5, 1971-80 arasında yüzde 9,3, 1981-90 arasında ise yüzde 10 büyüme başarısı göstermiş. 

 

Kore’de mal ve hizmet ihracının milli gelire olan oranının 1960’da yüzde 2 iken, 1970’de yüzde 11’e, 1980’de yüzde 28’e, 2000’de yüzde 34’e 2019’da ise yüzde 40’a yükseldiği görülüyor.

 

Sıklıkla dile getirilen bir husus, Kore yarım adasının kapitalist ve komünist dünyanın birer temsilcisi olarak ikiye bölünmesi sonrasında Güney Kore’nin ABD himayesinde özel avantajlara sahip olduğu. ABD’nin Kore ve Japonya gibi ülkelere teknoloji transferini kolaylaştırması ve ekonomilerini stratejik açıdan desteklemesi bir gerçek  ama bu durum başarının arkasındaki hikayeyi tam olarak açıklamıyor. Bu yüzden biraz detaya inmek gerekiyor.

 

Kore’nin başarısı temel olarak yüksek yatırım ve büyüme hızı ile ihracat artışına dayanıyor ama bunun arkasında bir takım nedenler var. Üretim süreçlerindeki ciddi planlama, seçilmiş endüstrilerin korunması, ölçek yaratılması, ihracatın teşviki, Ar-Ge harcamaları, bilim ve eğitim politikası en önemli noktalar.

 

Bugün birçok iktisatçının hemfikir olduğu şey Kore’nin en büyük kaynağının insan kaynağı olduğu. Eğitimin yaygınlaştırılması, ulaşılabilir ve nitelikli hale getirilmesi bütün kalkınma hikayelerinin temelinde olan şey. Devletin güçlü bir şekilde bu alana eğilmesi hayati önemde. Ama etkili, bilimsel, akla dayanan bir kamu eğitimi esas tutuluyor. Kore bu hususta gerekeni fazlasıyla yapmış ülkelerden biri. Eğitimin devlet bütçesi içindeki payının örneğin 1951’de yüzde 2,5 iken 1980’lerde yüzde 20’nin üzerine çıkması her şeyi açıklıyor aslında. 

 

Genel olarak Asya insanlarının disiplinli ve çalışkan doğasını da analize dahil etmek gerekiyor. İklim ve arazi koşullarındaki zorluklar, tarihin zor dönemlerinde yokluk ve sıkıntılara dayanma gücü gibi özellikler Korelileri daha çalışkan olmaya itmiş görünüyor. Örneğin 1985 yılında Kore’de imalat sanayindeki ortalama haftalık çalışma saati 53 iken OECD ülkelerinde 33-42 saat arasında değişiyordu.

 

Fakat Kore’nin kalkınma hikâyesini daha da ilginç kılan hususlardan biri uyguladıkları üretim, ihracat ve Ar-Ge politikaları. Bu politikaların ciddi bir kurumsal takibe tabi tutulduğu, uygulamasının kontrol edildiği ve ihtiyaç duyulan noktalara müdahale edildiği görülüyor.

 

Kore öncelikle küçük ölçekli iç pazarın yarattığı dezavantajın üstesinden gelmek istemiş. Buna ilaveten sanayileşme stratejisinin dayandığı teknolojilerden yararlanmak amacıyla ithal ikamesi ve ihracat teşviki için stratejik endüstriler belirlemiş.

 

Kore'nin ölçek ekonomisi yaratmak ve stratejik endüstrileri geliştirerek ekonomiyi sürüklemeleri için büyük işletmeleri özellikle teşvik ettiği görülüyor. Ayrıca firmalar uluslararası rekabet edebilirliği sürdürmek için dikey olarak entegre olmaya teşvik ediliyor. 

  

“Fortune Global 500” listesine göre bugün dünyanın en büyük 500 firması arasında Çin’in 124, ABD’nin 121, Japonya’nın 53, Fransa’nın 31, Almanya’nın 27, İngiltere’nin 22, Kore’nin 14 firması bulunuyor.

 

Firmaların teknoloji transferini kolaylaştırmak, finansmana erişimini sorunsuz hale getirmek, Ar-Ge faaliyetlerini kontrol etmek ve desteklemek yönünde politikalar uygulandığı da görülüyor.

 

İhracatçı firmalara ithal ara girdilere sınırsız ve tarifesiz erişim imkanı veriliyor. Yurt içi finansal koşulların sıkılaştığı dönemlerde bile, ihracat faaliyetleri için banka kredilerine doğrudan erişim izni sağlanıyor. 

 

Firmaların uluslararası rekabete dahil olması onları kalite ve fiyat açısından rekabet edebilmek amacıyla teknoloji geliştirmeye, yaparak öğrenmeye, tersine mühendislik yapmaya ve ciddi ölçüde yatırım yapmaya zorluyor.

 

Özetle stratejik sektörler seçmek, büyük ölçekli firmalar yaratıp, ihracata yönlendirmek, bunları finans ve teknoloji anlamında güçlü şekilde desteklemek ve ithalat ihtiyaçlarını vergisiz karşılamak yönünde bir strateji izleniyor. 

 

Ancak planlama, takip, kontrol ve müdahale adımları yetkin kurumlar eliyle yürütülüyor. Üzerinde özenle durulan eğitim ve bilim politikası ise ekonominin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını en üst düzeyde sağlamış oluyor.

 

Neticede kalkınma tesadüfi bir şey değil. Planlı, sabırlı ve stratejik bir bakış açısının ürünü. Elbette gelişmeleri doğru okuyup yerinde müdahaleler yapacak insan kaynağı ve kurumlar da kritik önemde.

 

 

 

KAYNAKLAR:

-NELSON, Richard R., National Innovation Systems

-KIM, Linsu, “Natinal system of industrial innovation: Dynamics of capability building in Korea”

-CHANG, H., Kalkınma reçetelerinin gerçek yüzü

Yorumlar