Teknolojide neden gerideyiz?


Medeniyetlerin gelişmesinde, birbirleriyle mücadelesinde ve tarihin ilerlediği yolda en kritik konulardan biri teknoloji. Fransızcadan dilimize geçmiş bu kavram Yunanca kökenli ve “techne” kelimesi ile bağlantılı. Bilgi, becerme, beceri bilgisi anlamına geliyor. 

 

Başka bir açıdan teknoloji “yeni” ya da “çığır açan” bir şeyin yaratılması demek. Bu genellikle bir ürün geliştirme süreciyle ilgili ve araştırmaya dayanıyor. Azalan maliyet, artan kar ve verimlilik yönünde bir sonuç doğuruyor. 

 

Teknolojik değişimin icat, yenilik, taklit ve öğrenme gibi unsurları var. Teknolojiyi tetikleyen en önemli şeylerden biri ise hiç kuşkusuz rekabet. Yani bir yerde teknolojik gelişmeden söz edebilmek için orada bir üretim faaliyetinden ve bu üretimin kendini geliştirmesine etki eden dinamiklerden söz ediyoruz.


 

Peki milletler ya da medeniyetler tarih boyunca neden birbirlerinden farklı teknoloji kapasitesine sahip oldular? Belirleyici olan şeyler neydi? Biz neden gerideyiz? 

 

Takdir edileceği üzere bunlar önemli sorular ve konuyla ilgili çok önemli bir külliyat söz konusu. Kendi okumalarım ve tecrübelerim çerçevesinde soruya yanıt arayacağım.

 

Öncelikle ülkelerin teknoloji kabiliyetlerini işaret eden iki önemli göstergeden bahsetmek istiyorum. 

 

Göstergelerden birincisi çalışanların verimliliği. Örneğin çalışılan saat başına düşen milli gelir rakamına OECD veri sisteminden bakıldığında İrlanda’nın 102 dolar, ABD’nin 72 dolar, Almanya’nın 66 dolar, Japonya’nın 46 dolar, Kore’nin 41 dolar, Türkiye’nin 45 dolar, Yunanistan’ın 34 dolar, Rusya’nın ise 27 dolar olduğu görülüyor. Bu gösterge açısından Türkiye kötü durumda görünmese de kişi başı gelir ve işgücüne katılımın düşük olması önemli bir soruna işaret ediyor.

 

Bir diğer gösterge ise ülkelerin imalat sanayi ürünü ihracatlarında yüksek teknoloji içeren ürünlerin payı. Dünya Bankası veri sistemine göre söz konusu göstergenin örneğin Kore’de yüzde 32, Çin’de yüzde 31, Japonya’da yüzde 17, ABD’de yüzde 19, Almanya’da yüzde 16 olduğu görülüyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 3 seviyesinde.

 

Peki hem yüksek işgücü verimliliğine sahip hem de yüksek teknoloji ürünü ihraç eden örneğin ABD, Almanya, Japonya, Kore, Çin gibi ülkelerin ortak özellikleri nedir? Ekonomik gelişim süreçleri nasıl oldu?

 

Konuya çok temel olarak bakıldığında ilk göze çarpan şeyler, üretim dinamizmi, iktisat politikası, eğitim ve bilim politikası ile kültür kodları. Konunun devlet, özel sektör ve üniversite gibi önemli ayakları var.

 

Bir defa teknolojik gelişmenin ortaya çıkabilmesi, öncelikle üretim süreçlerinin varlığına, bunların teşvik edilmesine, belli bir süre korunmasına ve politika etkinliğinin sürdürülmesine bağlı. Örneğin Asya ülkelerinin bizden farklı olarak ithal ikamesi dönemlerinden başarıyla çıktığı görülüyor. 

 

Asya ülkelerinin uygun koşulları oluşturup ciddi ölçüde yabancı yatırım çekmesi de önemli etki doğurmuş. Bazı ülkeler ise teknoloji transferine özel önem vermiş. Seçilmiş sanayi sektörlerini belli bir süre teşvik edip, korumak ve verimlilik oluşup oluşmadığını kontrol etmek hayati önemde. Biz 70’lerde bunu başaramadık. 80’lerde ihracatı teşvik ettik ama ithalatı da sonuna kadar açtığımız için istediğimiz sonucu alamadık.

 

Üretim sürecinin ciddi ölçüde korunması, desteklenmesi ve iyi yetişmiş insan gücünün önemine Türkiye’den bir örnek vermek istiyorum. Malum bir süredir savunma sanayi konusunda kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Peki nasıl başarı sağlandı burada? Birincisi ithal ikamesi süreci, ikincisi her anlamda destek sağlanması, üçüncüsü de en önemli üniversitelerimizin yetiştirdiği mühendisler elbette. Yani teknoloji geliştirmek tesadüfen olan bir şey değil. Özetle politika ve bilim en önemli bileşenler.

 

Fakat bizde genel olarak teşvik politikalarına bakıldığında yıllardır her şeyi desteklemeye çalışırken az çok az şeyi destekleyebildiğimiz bir karmaşa var. Çok sayıda mevzuat, kurum ve kafa karışıklığı söz konusu. Ciddi bir konsolidasyona, sadeleşmeye ve seçilen alanların daha etkin desteklenmesine ihtiyaç var. Bizde devlet teşvikleri kimi zaman devleti soymanın bir yolu olarak görüldü maalesef.

 

İkinci önemli husus eğitim ve bilim politikası. Eğitime verilen önem, eğitimin niteliği ve yaygınlığı oldukça önemli. Üniversitelerin gücü ve yetkinliği hayati önemde. Özellikle matematik öğretimi ve toplumun genel matematik yeteneği kritik role sahip kanımca. 

 

Örneğin PISA 2018’in matematik sonuçlarına baktığımızda Çin’in 591, Japonya’nın 527, Kore’nin 526, Almanya’nın 500, Türkiye’nin 454 puanda olduğunu görüyoruz. Bu skorla OECD ülkeleri içinde son sıralarda yer alıyoruz maalesef.

 

Bir de şöyle bir soru soralım mesela: Bugün dünyadaki en iyi 500 üniversite arasında hangi ülkenin kaç üniversitesi var?

 

Times Higher Education’ın son listesine göre en iyi 500 üniversite içinde ABD’nin 106, İngiltere’nin 60, Almanya’nın 41, Çin’in 22, Kore’nin 10, Japonya’nın 10, Rusya’nın 7, Türkiye’nin ise 2 üniversitesi bulunuyor.

 

Eğitim konusunun detaylarına birçok yazıda değindiğim için sadece şunu söylemek istiyorum. Çocuklarımıza tartışmalı ideolojik gerekçelerle harıl harıl başka milletlerin dillerini öğretmek için gösterdiğimiz çabayı kendi dilimizi ve matematiği öğretmek için gösterelim ve uyanalım artık.

 

Teknoloji tartışmaları bağlamında çalışma disiplini ve kültürel kodlar da çok önemli kanımca. Örneğin İlber Ortaylı milletlerin dünya mirasına katkılarından bahsederken Çinlilerin icatçılığından söz eder. 

 

Bizimse “icat çıkarma başımıza” diye bir sözümüz var. Bu olumsuz bir kodlama ve çeşitli nedenleri var. Gerileme döneminde Osmanlı uleması yeniliği tehdit olarak görüyordu malum. Dinin yanlış yorumu ise sürekli taassupçu bir bakışa neden oldu. Bizde aileler çocuklarını inisiyatif alacak, özgüvenli olacak şekilde yetiştiremedi çoğunlukla. 

 

Sözünü ettiğimiz ülkelerin başka bir ortak özelliği ise güçlü kurumları ve liyakatli yöneticileri. İşini iyi yapamayan yöneticilerin yerini başka birine bırakması söz konusu oluyor. İstifa, özür ve özeleştiri müesseseleri var. “Kaptığım koltuk bende kalmalı ve uzayan kol bizden olsun” kültürünün sonuçlarıysa ortada.

 

Araştırma-geliştirmeye her şeyden kısıp ciddi kaynaklar ayırmak gerekiyor. Ama zengin ülkeler bu işlere  çok para yatırıyor ondan oluyor denilemez elbette. Çünkü mesele para olsaydı petrol zengini malum ülkeler mucizeler yaratırdı. Firmaların Ar-ge süreçlerinin planlanması, desteklenmesi ve kontrolü çok önemli.

 

Bilinç ve stratejik bakış açısı da gerekiyor. “Sizin üretmenize gerek yok biz size daha ucuza starız” denilerek baltalanan çabalarımız hiç de az değil. Stratejik düşünme ve ulusal bilinç şart bu konuda.

 

Neticede konu çok boyutlu ve detaylı. Tekrar etmek gerekirse üretime, yatırıma, eğitime ve bilime yönelik bilinçli politikalar işin temeli. Okuduğum bir makalede, Kore’nin en büyük kaynağı insan kaynağıdır, deniliyor. Bir sonraki yazıda Kore örneğini detaylı olarak dikkatinize sunacağım.

Yorumlar

  1. Bu yazıya Nassim Nicholas Talep-antikirilganlik kitabında 114.sayfada techne kelimesinin geçmesiyle ulaştım.
    Kelimelerin bir anlamı varken pratikte baska anlamlara bürünüp ilk çıktığı anlamdan farklı anlamlara burunebiliyor. Techne ise zanaat, sanat, nasıl yapıldığını bilme, tecrübe şimdilerde ise know-how deniliyor.
    Teknoloji kelimesi çalıştığı alanı genişletebilir mı?
    Herşeyi kapsayabilir mi?
    Neleri dışarda bırakır? Gibi sorular bu yazıyı okurken aklımdan geçti.

    YanıtlaSil
  2. İngilizce öğrenilmesi gerek yoksa teknoloji geri kalır

    YanıtlaSil

Yorum Gönder