Rusya bu kez başarabilecek mi?

 

Tarih nasıl ilerliyor? Bireyler mi yoksa bireylerin kararlarına etki eden süreçler, yapılar ve ideolojiler mi önemli? İnsan özgürleşiyor mu yoksa her seferinde yeni bağımlılıklar ve farkında olmadığımız yeni kölelik ilişkileri mi kuruluyor? Toplumlarda hangi özellik ve açmazlar süregeliyor?

 

Örneğin büyük Rusya coğrafyası, tarihsel motivasyonlar ve insanlarının özellikleri dikkate alındığında devletin iktidar ve güç devamlılığı açısından neler değişti? Süregelen açmazlar var mı?

 

Aslında Osmanlı’nın ve Çarlık Rusya’sının çöküşleri aynı döneme denk geldi ama Osmanlı’da birçok ulus bağımsızlığına kavuşup, topraklar ciddi ölçüde küçülürken Rusya’da toprak ve güç konsolidasyonu farklı bir formatta devam etti.


 

Sovyet deneyimi Avrupa’da devrimler olsa ve soğuk savaş yaşanmasa farklı sonuçlar doğurabilirdi kuşkusuz. Ama bunların neye benzeyeceği konusunda elimizde fazla veri bulunmuyor. Gördüğümüz Nazım Hikmet’in de işaret ettiği 1920’ler ve 50’ler arasındaki farklar sadece. Neticede hem Sovyet hem Çin deneyiminin neden parti ve lider tahakkümü yaratığının tartışılması gerekiyor.

 

Öncelikle tarihin nasıl ilerlediğine ilişkin farklı bazı yaklaşımlara yer vermek istiyorum.

 

Ünlü tarihçi Marc Bloch tarihi “zamanda insan” olarak tanımladı. Buna göre tarih, insan eyleminin, yaratıcılığının, icatlarının ve çatışmalarının bir sonucuydu. Ama bu bakış açısı yapıların, sistemlerin ve ideolojilerin önemini azaltmıyor kuşkusuz. Dolayısıyla aktörler ve yapılar arasındaki etkileşim bir hayli önemli.

 

Malum Karl Marks tarihi ekonomi temelli sınıf çatışmalarının mücadelesi olarak ele almış, materyalist tarih anlayışı çerçevesinde politik hayat ve fikirlerin iktisadi hayatın karakteri ile belirlendiğini ileri sürmüştü. 

 

Marks’a göre ilk tarihsel eylem üretimdi ve bu da tarihin olabilirliğini belirleyen ilk koşuldu. Üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki devinim belirleyici bir role sahipti. Antik tipi, Asya tipi, feodal tipi ve burjuva tipi olmak üzere tarihte dört tip toplumsal şekillenme olmuştu. Bu biçimlerin birinden diğerine geçiş ise devrimlerle meydana geliyordu. Gerçek özgürlük sınıfsız topluma geçişle, yani komünizmle sağlanacaktı.

 

Önemli bir tarih felsefesi ortaya koyan Hegel ise tarihi, insan özgürlüğünün gerçekleşmesine doğru ilerleyen bir süreç olarak görmüştü. Hegel dünya tarihini, eski Yunan’daki şehir devletinin kamusal özgürlüğünden ve Roma Cumhuriyeti vatandaşlığından Protestan reformunun bireysel özgürlüğüne, modern devletin yurttaşlık özgürlüğüne kadar, insan özgürlüğünün aşamalarının bir anlatısı olarak ele almıştı.

 

Çabuk gözden düşen Francis Fukuyama’nın yaklaşımına göre ise insanlık tarihi ideolojiler arasındaki bir mücadele olarak büyük ölçüde sona eriyor ve soğuk savaşın bitmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile liberal demokrasi küresel zaferini ilan ediyordu.

 

Daha önce başka bir yazıda görüşlerine yer verdiğim Yale Üniversite’nin ünlü tarihçisi Paul Kennedy ise genel olarak  ekonomik güç ve askeri güç arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleri ve tarihin ilerleyişi ile yakından ilişkili olduğunu savunuyor. 

 

Kennedy’e göre dünya meselelerinde başat olan ulusların nispi gücü hiçbir zaman aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler arasındaki eşitsiz büyüme hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar sağlayan teknolojik ilerlemeler. 

 

Peki böyle bir girizgâh çerçevesinde Çarlık Rusya’sı, Sovyet Rusya ve bugünkü Rusya arasında ne gibi devamlılık ve farklar var? Bugünkü Rusya’da geçmişte yaşanan bazı çelişki ve açmazlar söz konusu mu yine? Ekonomik gelişme ve teknoloji tarih boyunca ne gibi etkilerde bulundu?

 

Malum Paul Kennedy Çarlık Rusya’nın çöküşünü şu sebeplere dayandırmıştı: Çarların askeri mutlakiyetçiliği, eğitimin Ortodoks kilisesinin tekelinde olması, tarımı durağanlaştıran ve feodal kılan serflik sisteminin etkisi. 

 

Rusya Petro döneminden itibaren modernleşme deneyimi ile kültür ve eğitimde önemli değişimler yaşadı. Özellikle 19. yüzyılda dünya kültürüne dev katkılar yapıldı. Ancak ekonomik açıdan ve teknoloji anlamında istenilen atılım yapılamıyordu. Ayrıca tıpkı Osmanlı gibi savaşlar ve büyük askeri harcamalar ülkenin enerjisini tüketmişti. 

 

Sovyetler Birliğinde de yüksek savunma harcamaları zorunluluk haline gelmişti. Sovyet Rusya onu yok etmeye çalışan kapitalist dünyaya karşı bir varlık yokluk mücadelesi veriyordu. Buna ilaveten bir güç ve prestij mücadelesi olarak bilime ve uzay teknolojisine de önemli kaynaklar ayrılıyordu. Bu açılardan kapitalist dünya ile mücadele edilirken hem tarımda hem de sanayide Batı ülkeleri ile kıyaslandığında çok önemli verimlilik sorunları ortaya çıkmıştı.

 

İlginç şekilde bugünkü Rusya açısından da büyük önem taşıyan ve yetkililerin de üzerinde durduğu husus ekonomik kalkınma, teknolojik atılım ve verimlilik konusu.

 

Geçenlerde Rusya’da Yüksek Ekonomi Okulu'nun bir araştırması açıklandı. Araştırmaya göre, Rusya'nın gelecek vadeden teknolojiler pazarına katkısı yüzde 0,6 seviyesinde. Bu ise teknoloji yarışında Batı ile aradaki farkın kalıcı hale gelebileceği yolunda uyarılar içeriyor kuşkusuz.

  

Araştırmaya göre Rusya'nın küresel teknoloji pazarına katkısının en yüksek olduğu alan yüzde 16,7'lik oranla nükleer teknolojiler. Ülkenin silah pazarındaki payı da yüzde 1,2 olarak hesaplanmış.

  

Aynı araştırmaya göre üretim teknolojileri alanında en çok patent alınan ülkeler Güney Kore, Japonya, İsveç, İsrail ve Finlandiya iken teknolojik atılımda geride kalan 35 ülke içinde Rusya, Brezilya, Hindistan, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Arjantin ve Kazakistan gibi ülkeler bulunuyor.

 

Rusya’nın gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında iş gücü verimliği açısından bazı dezavantajları olduğunu görüyoruz.

 

Örneğin çalışılan saat başına düşen milli gelir rakamına OECD veri sisteminden bakıldığında İrlanda’nın 102 dolar, ABD’nin 72 dolar, Almanya’nın 66 dolar, Japonya’nın 46 dolar, Kore’nin 41 dolar, Türkiye’nin 45 dolar, Yunanistan’ın 34 dolar, Rusya’nın ise 27 dolar olduğu görülüyor. 

 

Yine de Rusya gözlemlerim bu göstergenin bir miktar yanıltıcı olabileceğine işaret ediyor. Çünkü Rusya’da iş gücü piyasası ve iş kültürü geçiş sürecinin kimi özelliklerini taşımaya devam etse de hızlı bir gelişim ve değişim de söz konusu. 

 

Bugün Rusya nominal olarak dünyanın 11 inci, satın alma gücü paritesine göre ise 6 ncı büyük ekonomisi malum. Ordusu ise dünyanın en büyük ikinci ordusu konumunda. Rusya jeopolitik konum ve politikası gereği askeri harcamalarını yüksek tutmak ve savunmaya önemli ölçüde kaynak ayırmak durumunda. 

 

Ancak ekonomi ve savunma dengesinin sağlanması uzun dönemde zorunluluk. Rusya teknolojik kabiliyetleri genele yayıp, ekonomisini daha fazla geliştirmesi gerektiğinin farkında. Bununla birlikte Rusya’nın nükleer, uzay, savunma, telekomünikasyon, internet, dijital teknolojiler gibi özellikleri önemli avantajlar sağlıyor. 

 

Rusya, üniversitelerini daha fazla geliştirmek, eğitim sistemini daha iyi hale getirmek ve büyümesini artırmak durumunda. Enerji ülkesi olunmasının avantajları söz konusu ama bağımlılığın yarattığı riskler de yok değil. Nüfus dinamikleri ise dikkat çeken başka bir husus. 

 

Bir başka konu ise tarih boyunca teknoloji, bilim ve ekonomik atılım konusunun genel olarak devlet eliyle yaratılması yönünde bir model söz konusu olmuş. Aslında bugün de farklı bir şey yok. Yani büyük kamu şirketlerinin çabaları olmasa özel sektörün bu dinamizmi besleyecek motivasyonu sınırlı. Dolayısıyla Rusya model konusunda da bir tercih yapma durumunda kanımca.

 

Görünen o ki ülkelerin nispi konumlarını yine teknolojik farklar belirleyecek. Bugün artık Asya ve Çin faktörü söz konusu. ABD ve Almanya gibi ülkeler halen teknolojik üstünlüklerini sürdürüyor ama bir yandan da Çin gibi ülkelerden ciddi endişe duyuyor. 

 

Rusya ise bir şekilde ekonomisini güçlendirmek zorunda. Zira Rus devletinin geleneğinde gücünün azalmasını kabullenebileceğine dair bir işaret yok.

Yorumlar