Bulunma sanatı

 

Hız çağı denilen bir hengamenin içinde, oradan oraya koşuşturup duruyoruz. Savruluyoruz deyim yerindeyse. Bu hızlanmanın hayatın bize sunduğu seçeneklerden daha fazla yararlanmamıza ve yeteneklerimizi geliştirmemize imkan sağlayacağını düşünüyor kimileri. 

 

Fakat bu pek doğru görünmüyor. Çünkü aslında bir çok şeye yetişmeye çalışırken hiçbir şeyi anlamını vererek yaşayamıyoruz. Ayrıca çoğumuz mutluluğu bulamamaktan veya yakalayamamaktan söz ediyoruz.

 

Geçenlerde şöyle bir araştırmaya denk geldim. Mutluluk aslında bulunan bir şey değilmiş ve onu inşa etmek gerekiyormuş. Bunun yolu da kendimize, ilişkilerimize ve sevdiklerimize daha çok önem vermek ve zaman ayırmaktan geçiyormuş. Yani biraz yavaşlamak ve “an”da bulunmaktan söz ediyorum. 


 

Aslında bu yazıya Latife Tekin’in önerisi üzerine okuduğum “Zamanın Kokusu” adındaki kitap yol açtı. Kitabın yazarı Byung- Chul Han alt başlık olarak “Bulunma sanatı üzerine bir deneme” ifadesini kullanmış. Son zamanlarda okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. 

 

Tabi zaman kavramı karmaşık biraz. Fizik biliminin konusu olmak yanında felsefi temelleri de var. Bir A noktasından B noktasına varmanın ifadesi bir bakıma. Bu yüzden hep bir hareket ve devinimle gündeme geliyor. Zaman algısı, hissedilen zaman, psikolojik zaman gibi önemli kavramlar var. Günümüzde ise iyice hızlanmış, olaylar ve eylemlere indirgenmiş bir zamandan söz ediyoruz. İş, güç, başarı, oradan oraya koşma, skor…

 

Byung- Chul Han’ın ifade ettiği üzere mitolojik çağda zaman, düzeltme ve yerli yeri koyma işlevini yerine getiriyordu. Yani adalet demekti. Tarihsel zamana göre şeyler hep ileri götürüyor ve telafi ediyor. Her şey başkalaşıyor. Aydınlanma çağına göre ise tarihi canlandıran şey “özgürleşme” fikri. Geleceğe yönelerek tasarlayan insan söz konusu. Devrimci insan.

 

Yazar daha kitabın başlarında yaşamın hızlanmasının onu çoğaltabileceğini ve vaadini yerine getirmiş bir yaşam hedefine yaklaştırabileceğini, ancak bunun yanıltıcı olduğunu söylüyor. Çünkü yazara göre yaşam imkanların bolluğunun bir sonucu değil ve sadece nicelik teorisi üzerinden açıklanamaz.

 

Çağımızın bu hızlı ritmi içinde, daha az ilişki içinde olduğumuz ve bağları kopardığımız bir sonuç çıkıyor. Bu da özgürleştiğimiz yanılgısına sebep oluyor. Oysa Byung- Chul Han diyor ki, bağlarını çözmek ve iliştirilmekten çıkmak değil, içerilmek ve iliştirilmek özgürleştiriyor. Tam bir ilişkisizlik kaygı ve huzursuzluğa yol açıyor.

 

Yavaşlamak, duraklamak, derin düşünceye dalmak gerekiyor yazara göre. Derin düşünce boyutu eksik olan aktif bir yaşam zamanı tüketiyor. Şeyler imha ediliyor ve zaman öldürülüyor. Derin düşünceyle bulunma ise zaman veriyor. Derin düşünce unsurları yaşamdan dışarı sürüldüğünde yaşam ölümcül bir hiper aktiflikle son buluyor.

 

Yazara göre hayatı daha doyurucu hale getiren şey olayların toplam miktarı değil sürem deneyimi. Tamamlanma ve anlam nicelikten yola çıkılarak açıklanamaz ona göre.

 

Örneğin bir kır yolu deneyiminden söz ediyor Byung. Kır yolu bir varış noktasına varmaya çalışmıyor. Derin düşünceyle kendi içinde sükut ediyor. Akıp gitmiyor, bulunuyor. Tefekkürle bulunmanın yeri olarak, bir varış yerine, bir hedefe gerek duymayan, teoloji ve teleoloji olmadan yetinilen bir ikameti simgeliyor.

 

Nietzsche’nin “etkin insanların esas defosu” adlı aforizmasından söz ediyor bir de. Etkin insanlar mekanizmanın aptallığı ile uyum içinde taş gibi yuvarlanıp dururlar, diyor.

Yorumlar