Osmanlı ve Rus Batılılaşması

 

Osmanlı’da Batılılaşmanın hızlanmasında Habsburg ve Romanov emperyalizminin büyük payı var. Bu tespit Halil İnalcık’a ait. Çünkü Osmanlı devletinin 17. ve 18. yüzyıllarda özellikle Ruslardan aldığı ağır yenilgiler askeri alanda Batının daha fazla kapısının çalınmasına ve onların teknoloji ve birikimlerinden yararlanma isteğine neden olmuştu. Tabi Batı’dan alınan şeyler askeri alanla sınırlı değildi.

 

Fakat ilginç olan şu ki Büyük Petro (1682-1725) ve Kırım’ı Osmanlı’dan alan Alman gelin Büyük Katherina (1729-1796) Rusya’da Batılılaşmanın temsilcileri olan en güçlü kişilerdi. Belki de bugün Rusya Tolstoy ve Dostoyevski gibi yazarlara sahipse Petro ve Katherina’nın eğitim ve sanat alanındaki reformlarının da payı var bunda. Tabi burada Dostoyevski’nin Batı karşıtı tutumunu ilginç bir nokta olarak belirtmek gerekir. Hatta Batı’dakilere denk bir yapıt olarak Tolstoy’un Anna Karenina’sını örnek verir Dostoyevski.


 

Rus ve Osmanlı Batılılaşmasındaki önemli bir fark Rusya’da bu konuda soylu sınıf önemli bir rol üstlenmişken, Osmanlı’da bu görevi bürokrasinin almasıydı.

 

Halil İnalcık’a göre aslında Osmanlı Türkiye’si Batılı olmayan ülkeler arasında Batı medeniyeti ile yakın ilişkiye girmiş olan ilk devletti.

 

İnalcık’a göre 15-18. yüzyıllarda bürokratlar Hristiyan Avrupa’sının özellikle askeri teknolojisine ilgi göstermekteydi.  Başka bir nokta İspanyol ve İtalya’dan kovulan onbinlerce Yahudi’nin muhtelif Osmanlı şehirlerine yerleşmiş olmasıydı. Osmanlı Batılılaşmasındaki ikinci aşama ise 18. yüzyılda askerlikle ilgili alanlarda Batılı ilimleri okutmak üzere Avrupalı uzmanların çağrıldığı, mühendishanelerin ve matbaanın getirildiği dönemdi.

 

Fakat kritik bir soru gündeme geliyor. Bu da Osmanlıda Batılılaşma çabalarının neden istenilen sonucu vermemesi ve modernleşme sürecinin aslında Atatürk’le birlikte tamamlanmasıydı. Bir diğer soru da Rusya’daki çabaların neden daha başarılı olduğuna ilişkin.

 

Osmanlı ve Rus tarihine ilişkin okumalarım çerçevesinde görebildiğim kadarıyla Büyük Petro ve Büyük Katherina oldukça gözü kara insanlardı. Başarıya kafayı takmışlardı ve reformları gece gündüz takip ediyorlardı. Petro enerjik, kararlı, deli dolu bir adamdı. Ama bizimkilerin dediği gibi deli değildi. Ne yaptığını gayet iyi biliyordu. Katherina’nın boşluğa hırsla at sürmesine ne demeli? Sevgilisi olan komutanlar Osmanlı’nın başına işler açtı. 

 

Rus soyluları ise Batılı değerleri çabuk benimsemiş ve topluma yayılmasında rol almışlardı. Yoksa kolay bir süreç değildi. Zira daha önceki yazılarımızda belirtildiği üzere Petro’nun destekçileri olduğu kadar ciddi muhalifleri de vardı. Petro’nun askeri ve özellikle denizcilik alanında yaptığı reformlar daha sonra Katherina’nın Kırımı almasına ve Osmanlı’nın Çeşme Savaşındaki trajik mağlubiyetine neden oldu. Tabi Rusya deneyiminde sadece askeri alan değil eğitim ve sanat alanında da başarı sağlanmıştı.

 

Osmanlı deneyiminde ise soylu sınıfı gibi bir himaye eden unsurun olmaması dezavantajdı. Bürokratlar askeri alandaki reformlara istekli olsalar da diğer konularda kuşkucu idiler. Ayrıca Ulema sınıfı önemli bir set koyuyordu. Aslında farklı bir dine mensup Avrupa ülkelerinden alınan şeylere çoğu zaman şüphe ve korku ile bakılıyordu. Reformların eğitim ve sanat ayağı hep eksik kalıyordu. Siyasi alandaki reformlar ise Tanzimat süreci ile hızlandı.

 

Bu yüzden gerçek çağdaşlaşma adımlarını kararlılıkla yerine getirmek ancak Atatürk’le mümkün olabilmişti. Bu da Atatürk’ün Kurtuluş Savaşında kazandığı karizma sayesinde mümkün oldu. Atatürk’ün modernleşme yöntemi yukarıdan hızlı değişim şeklindeydi ve bu yönüyle Büyük Petro’yu çağrıştırıyordu. Böyle bakınca da aradaki 200 yıllık bir farktan söz ediyoruz.

 

Adına ister Batılılaşma ister modernleşme diyelim, insanlığın ortak tecrübesinden yararlanmak aklın gereği. Zaten önemli tarihçilere göre Batı medeniyetinin kökü Hristiyanlığa değil, Antik Yunana gidiyor. Bu da uzun bir gelişim çizgisi olduğunu ve doğu Batı kavramlarının daha dikkatli tartışılmasını gerektiğini gündeme getiriyor.

Yorumlar