Tarihi yaratan nedir?

İlk insanlardan bugüne insanoğlu ve dünya çok önemli aşamalardan geçti. Her şey değişip durdu. Kültürler, uygarlıklar kuruldu, değişti, dönüştü ve yıkıldı. Savaşlar, büyük acılar, katliamlar yaşandı. 

Çok büyük bir zaman diliminde yaşananlar, hemen her şey bütünsel olarak dikkate alındığında tarihin ilerlediği yolun bir mantığı, aşamaları, gelişme çizgisi ya da ereği gibi bir şeylerden söz edebilir miyiz peki?

İnsan mı önemli yoksa insanların kararlarına etki eden dinler, ideolojiler, konjonktürel gelişmeler, kurumlar, süreçler, teknoloji, ekonomi, başkalarıyla etkileşmenin getirdiği sonuçlar mı? Bazı düşünürlerin ileri sürdüğü gibi insan gerçekten özgürleşiyor mu yoksa her seferinde yeni bağımlılıklar ve açmazlar mı söz konusu oluyor?


Özet olarak tarih tamamen raslantısal bir takım olayların sonucu mu yoksa bir amaç ve tasarının ürünü mü?

Bu ve buna benzer sorulara yanıt vermek üzere tarihçiler ve tarih felsefecileri önemli görüşler ileri sürdüler bugüne kadar.

 

Bu yazıda tarihin nasıl ilerlediği konusunda önemli ve etkileyici görüşler ileri süren tarihçilerin ve felsefecilerin görüşlerine çok özet şekilde yer vereceğim.

 

20. yüzyılın önemli tarihçilerinden Marc Bloch tarihi “zamanda insan” olarak tanımladı. Buna göre tarih, insan eyleminin, yaratıcılığının, icatlarının ve çatışmalarının bir sonucuydu. Ama bu bakış açısı yapıların, sistemlerin ve ideolojilerin önemini azaltmıyor kuşkusuz. 

Şimdi biraz daha geriye gidip örneğin Kant’a baktığımızda ona göre insan aklı ve özgürlüğü olmaksızın ilerleme olması olası değil. Tarihi yapan da insanüstü güçler değil, insanın kendisi. İnsan aklını ve özgürlüğünü kullandığı sürece ayağa kalkar ve ilerler. Aksi takdirde düşüş kaçınılmaz olur. Yine Kant’a göre tarih genel olarak iyiye doğru yol alır.

Hegel’e göre ise bir nesnenin tarihi onun doğasının bir parçasıdır. Zamanın özü ise değişimdir. Değişimin ve tarihin şaşmayan bir mantığı, gittiği bir yön vardır mutlaka. Bu yön ve amaç ise özgürlüktür. Dünya tarihi dediğimiz şey ise esas olarak aklın özgürlüğünü ortaya koyma çabalarıdır.

Dolayısıyla Hegel dünya tarihini, eski Yunan’daki şehir devletinin kamusal özgürlüğünden ve Roma Cumhuriyeti vatandaşlığından Protestan reformunun bireysel özgürlüğüne, modern devletin yurttaşlık özgürlüğüne kadar, insan özgürlüğünün aşamalarının bir anlatısı olarak ele alıyor.

Malum Karl Marks tarihi ekonomi temelli sınıf çatışmalarının mücadelesi olarak ele almış, materyalist tarih anlayışı çerçevesinde politik hayat ve fikirlerin iktisadi hayatın karakteri ile belirlendiğini ileri sürmüştü. 

Marks’a göre ilk tarihsel eylem üretimdi ve bu da tarihin olabilirliğini belirleyen ilk koşuldu. Üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki devinim belirleyici bir role sahipti. Antik tipi, Asya tipi, feodal tipi ve burjuva tipi olmak üzere tarihte dört tip toplumsal şekillenme olmuştu. Bu biçimlerin birinden diğerine geçiş ise devrimlerle meydana geliyordu. Gerçek özgürlük ise sınıfsız topluma geçişle, yani komünizmle sağlanacaktı.

Oswald Spengler tarihi kültür ve uygarlık kavramları üzerinden açıklıyor. Ona göre kültür içe doğru gelişip derinleşirken uygarlık dışa doğru büyür ve yapaydır. Kültür uygarlık aşamasına geçtiğinde ise çözülme ve ortadan kalkma sürecine girer. Ona göre uygarlık, yaratıcı güdüleri artık zayıflamış olan, akıldan, akılsal eleştiriden etkilenerek kendine olan inancını kaybetmiş kültürdür.

Spengler Batı kültürünün özünü bilgi ve güce sahip olmanın, zamanı fethetme arzusunun belirlediğini, dolayısıyla çökmeye mahkûm olduğunu ileri sürüyor.

Arnold Toynbee ise tarihin çağlardan değil birbirinden ayrı birimlerden meydana geldiğini ileri sürüyor. Uygarlıkların dışarıdan gelen saldırılardan değil içlerindeki yaratıcılığı kaybettiklerinden ötürü yıkıldığını söylüyor. Toynbee ayrıca tarihi yönlendiren faktörler arasında dine özel bir önem veriyor. Ona göre toplumların yükselme ve çözülmeleri ruhsal ve manevi süreçlerle ilgili. 

Will Durant’a göre ise tarih savaşların, siyasetin ya da devlet adamların tarihi değil. Kültürün, felsefenin, sanatın, insanlığın veya uygarlığın tarihi. Durant’a göre uygarlığı yaratan da din. Uygarlık tarihi ise din ile bilgi, bilim, felsefe ve akıl arasındaki gerilimin tarihi. Uygarlığın yüksek aşamalarını din ile toplum arasındaki gerilim belirliyor. Entelektüeller belli bir süre sonra ilahiyatı terk ederek özgürleşiyor ve akla yöneliyor. Fakat dinsel desteklerden mahrum kalan davranış boşluğa sürükleniyor. 

Yale Üniversite’nin ünlü tarihçisi Paul Kennedy ise genel olarak  ekonomik güç ve askeri güç arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleri ve tarihin ilerleyişi ile yakından ilişkili olduğunu savunuyor. 

Kennedy’e göre dünya meselelerinde başat olan ulusların nispi gücü hiçbir zaman aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler arasındaki eşitsiz büyüme hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar sağlayan teknolojik ilerlemeler. 

Samuel Huntington ise tarihin uygarlıklar arasındaki ilişkiler ve çatışmalardan meydana geldiğini düşünüyor. Uygarlıklar, tarih, dil, kültür, gelenek ve din açısından farklılık arz ediyor ve önünde sonunda çatışma kaçınılmaz hale geliyor.

Buraya kadar yer verilen her bir görüş kendi içinde değerli olsa da bunların hepsine bakıldığında, tarihin nasıl ilerlediği konusu çok geniş bir soru olarak görünüyor aslına bakılırsa.

Bu yüzden yeniden Bloch’un görüşlerine dönersek tarihsel sonuçlar genel olarak birkaç büyük ölçekli neden tarafından belirlenmiyor; bunun yerine, birden çok yerel, olumsal ve konjonktürel süreçler tarihsel sonucunun ortaya çıkmasında bir araya geliyor.

Bloch’un vurguladığı gibi tarih, çok sayıda aktörün eylemlerinin ve düşüncelerinin sonucu. Kurumlar, yapılar ve normlar aynı şekilde tarihsel olarak konumlanmış bireylerin eylemlerinde ve zihinsel çerçevelerinde somutlaşıyor. 

 

KAYNAKLAR:

-Collingwood, R.G., Tarih Tasarımı

-Aslan, A., Felsefeye Giriş

-Özlem, D., Tarih Felsefesi

-Wikipedia.org

-History.com

Yorumlar