Türkiye’de bürokrasi-1-

 

Osmanlıda merkezi yönetim ve toplumsal katmanlar arasındaki ilişki, Batılılaşma deneyimi, Cumhuriyete giden yol, tek parti dönemi, çok partili hayat ve liberal sisteme geçiş gibi konuların tamamı bürokrasiye ilişkin de sağlıklı bir analizi gerektiriyor. Ayrıca, bugünkü siyasi kültürümüzü ve bürokrasiyi anlamak için Osmanlıya gitmek gerekiyor öncelikle.

 

Halil İnalcık’ın belirttiği üzere Osmanlı’da iki temel sınıf bulunuyordu: Bunlardan birincisini saray ve askeri erkan, devlet görevlileri ve ulema oluştururken ikincisini reaya oluşturuyor. Yani vergi veren ama yönetime katılmayan kesim. Osmanlıda kul yöneticiler ve ulemadan oluşan resmi zümre dışında sosyal katman olarak köylüler, tüccarlar ve esnafı saymak mümkün. Belli bir döneme kadar bu kul ve devşirme sisteminin Osmanlının başarısında önemli bir rol oynadığı görülüyor. Zira küçük yaştan itibaren sistematik bir eğitim sürecine tabi tutulan bu insanlar tamamen başarı odaklı ve liyakate dayalı bir yönetici kesim oluşmasına imkan vermişti.


 

Osmanlı’nın zirvesinde olduğu özellikle Fatih ve Kanuni dönemlerindeki başarıyı açıklayan önemli sebeplerden biri de bu dönemlerde Osmanlı bürokrasinin yetkinlik olarak en yüksek düzeye çıkmış olmasıydı. Özellikle bu iki Padişahın kendi olağanüstü özellikleri yanısıra devlet makamlarına seçtikleri kimseleri tamamen liyakat esasına göre seçtiklerini görüyoruz.

 

Örneğin Fatih Sultan Mehmet, padişahın mutlak otoritesini kurmak için ulemanın devlet işlerine karışmasını yasaklamıştır. Hocası şeyhülislam molla Gürani vezirliğin saraydan yetişme kullara özgü olduğunu kabul etmek durumunda kalmıştır.

 

Osmanlı tarihçilerinden J. Von Hammer Kanuni dönemindeki devlet gücünün onun ölümünden sonra bir süre daha devam edebilmesini Sokullu gibi yöneticilere ve devlet düzenine bağlamaktadır. Hammer’e göre müftü Ebussuud, Kaptan Paşa Sokullu ve Veziriazam Rüstem Paşa gerek mevkileri ve gerekse liyakatleri bakımından imparatorluğun en büyük devlet adamlarıydı ve Kanuni liyakate son derece önem vermekteydi.

 

Hammer Osmanlıdaki gerileme ve duraklama sebeplerini açıklarken de devlet adamlarının seçimi ve devlet düzenindeki bozulmaya önemli vurgular yapmaktadır.

 

Osmanlı’nın kuruluşunda, yerleşmesinde ve Anadolu’nun Türkleşmesinde rol oynayan faktörlere baktığımızda, Halil İnalcık’ın belirttiği üzere, uç geleneğini, aralıksız gaza ve göç faktörünü görüyoruz. Fakat buradaki kritik nokta, Osmanlının bu fetih ve yerleşme faaliyetleri sırasında ve sonrasında kendini ayakta tutacak bir devlet düzeni ve bürokrasi geliştirmiş olmasıdır. Bu noktada eski Türk gelenekleri yanı sıra, İran, Arap ve hatta Bizans kurumlarından dahi yararlanıldığını görüyoruz.

 

Osmanlıdaki bürokrasi düzenini anlamak açısından saray, kul sistemi, merkezi hükümet ve tımar sistemi gibi konular oldukça önem taşıyor. Esasen kul sistemi kölelerin özel bir terbiye ve eğitime tabi tutularak idare ve orduda sadık ve yeterli unsurlar olarak kullanılmasını ifade ediyor. Daha sonra bu sistemin bozulmasının önemli sorunlara yol açtığı görülüyor.

 

Tımar sistemi ise belli bir yere ait vergi gelirlerinden bir kısmının padişah tarafından bir şahsa tahsis edilmesi anlamına geliyordu. Bu sistem İnalcık’ın belirttiği üzere bir feodal rejim değil bir devlet mülkiyet ve kontrol rejimiydi. Bu sistemdeki bozulma da daha sonra devlet düzeninde bir takım sorunlara yol açmıştır.

 

Osmanlı tarihini belirleyen ana dönemlere bürokratik düzen ve kurumlar açısından bakıldığında görülmektedir ki bu düzenin bozulması Osmanlının çöküşüne sebep olan ana unsurlar arasında yer almaktadır. Çağdaş Osmanlı bürokrat düşünürleri de çökmenin nedenini Kanuni döneminde en yüksek düzeyine ulaşan Osmanlı kurumlarının bozulmasına bağlamıştır.

 

17. yüzyıldan itibaren Osmanlı bürokrasisinde açık şekilde gözlenen bozulmanın sebepleri olarak; bir saltanat veraset kanunu olmaması nedeniyle çocuk yaşta, aklı yerinde olmayan şehzadelerin padişah olabilmesi, kafes sistemi ve öldürülme korkusuyla şehzadelerin psikolojilerinin bozulması ve eğitim pratiklerinin yetersiz kalması, yeniçeri diktası, yeniçeri ve ulema işbirliğinin yarattığı sorunlar, Kösem sultan gibi şehzade analarının devlette kazandığı önem, bürokratik mevkilerin parayla satılması, Osmanlı topraklarının genişlemesi sonrasında idari konsolidasyonda yaşanan sorunlar, kul ve devşirme sisteminin bozulması gibi çok önemli nedenleri sayabiliriz.

 

Diğer yandan, barış dönemlerinde sekban askerine gereksinim kalmadığı zamanlarda ücretsiz kalan eli tüfekli ve yeniçeri etkisindeki gruplar Anadolu’da haraç almaya başlıyor. Bunlara tımarı yetmeyen sipahiler de katılıyor. İnalcık’a göre Anadolu’yu kasıp kavuran Celali haydut grupları bu yolla ortaya çıkıyor. Bu isyanların Osmanlı tarihinde çok önemli etkileri olmuştur. İnalcık’ın deyimiyle Anadolu baştanbaşa yıkılmış, insanlar kaçacak yer aramıştır. Hatta kimileri Türkiye’de köy sayısının bu kadar fazla olmasını bu olaya dayandırmaktadır.

 

Fakat Osmanlı’da 17. yüzyıldan itibaren hissedilen söz konusu gerileme sürecinin çok ciddi gelişmelere neden olduğu anlaşılıyor.  Özellikle Kırım’ın kaybı sonrası askeri ve idari alanda daha fazla yenilik yapma ve süreci tersine döndürmeye yönelik girişimlerin arttığı görülüyor. Bu noktada her şeye rağmen bürokrasinin önemli bir inisiyatif aldığını söyleyebiliriz. Ancak ulema ve laik bürokrasi arasında gerilemenin nedenleri ve çözümler konusunda ciddi bir ayrışma yaşandığı, bu durumun bugüne kadar süren ideolojik kırılmalara da neden olduğu görülüyor.

 

Malum Gramsci bürokrasinin birincil işlevinin egemen sınıflar ile bağımlı sınıf ve kesimler arasındaki ilişkilerin dengede tutulması olduğunu söylüyor.

 

Fakat Osmanlı’da bir soylu ya da egemen sınıftan söz edilmesi olası değil. Bunun yerine Osmanlının varlığını sürdürebilmesi toprağı tasarruf edenlerin güvencesiz olması ilkesine dayanıyordu. Şerif Mardin’e göre Osmanlıda belli bir yetki sahibine bu yetkiyi elinde çok uzun tutmasına izin verecek kadar güvenmemek hükümet gücünün en gizil ilkesiydi. Bununla birlikte Osmanlıda özellikle ulema ve yeniçerinin kurumsal anlamda çok önemli bir güce ve etkiye ulaştığını ve kimi zaman kendi çıkarları için devlet düzenini sarstıklarını söylemek mümkün.

 

Diğer yandan, 19. yüzyılın ilginç bir yanı bürokratların artık kul statüsünden çıkarak dizginleri ele almaya başlaması ve çağdaşlaşma adımlarına girişmesi.

 

İnalcık’a göre ulema ve bürokrat karşıtlığı açık olmasa da Osmanlı devlet hayatında süregelen bir gerçekti ve yeni Türk devletinde laiklik bürokrasinin son zaferi olarak yorumlanabilir.

 

Malum Max Weber modern toplumların önemli işlevleri olarak ussallık, uzmanlaşma ve hukukiliği sayıyor. 

 

Bu anlamda, bürokrasinin üstlendiği rol, modernleştirme ve laikleştirme adımları bürokrasiyi ideolojik karşıtlıkların da bir tarafı haline getiriyor elbette. Bu nedenle yakın tarihimizde siyaset bürokrasi karşıtlıklarını ya da bürokrasi eleştirilerini bu açıdan da görmek gerekiyor.

 

Kendi doğası ve işlevi gereği yönetilen ve bağımlı sınıf ve kesimlerin baskılanması ya da dengede tutulması, zaman zaman bu kesimlerin çıkarına olmayan politikaların hayata geçirilmesi anlamında da bürokrasinin rol üstlendiğine değinmiştik. Fakat burada asıl bakılması gereken siyasetin konumlanması ve bu anlamda bürokrasinin üstlendiği işlev. Dolayısıyla yaşanan sorunların mal edileceği kimseler anlamında bürokrasinin hedefte olması anlamlı değil.

 

Diğer taraftan, Cumhuriyet devrimlerinin hayata geçirilmesi, tek parti döneminde bürokrasinin üstlendiği rol, örneğin 1980 sonrasında liberalleştirme, özelleştirme ve kuralsızlaştırma adımları da konu açısından önemli.

 

Aslında belirtilen nedenlerle ve genel olarak bakıldığında, Türkiye’de bazı siyasi kesimlerin bürokrasiye karşı tarihsel bir tutumu söz konusu. Bir ikinci konu Türkiye’de devlet gücünü kullanan iktidarların hem politikalarını istedikleri gibi hayata geçirmek hem de önceki dönemlerin izlerini silmek adına bürokrasiyi kullanmaları söz konusu olmuş.

 

Fakat bütün bu tartışmalar bürokrasiye zarar vermiş ve kurumların gücünü azaltmıştır. Oysa Osmanlı tarihi de göstermektedir ki bürokrasi ve kurumlar zaafa uğradığında devlet ve dolayısıyla ülke de büyük zararlar görmüştür. Burada hassas bir denge söz konusudur. Çünkü hiçbir kurum ya da bürokratik mekanizma genel devlet düzeninin, kamu yararının, halkın ve demokrasinin üzerinde değildir. 

 

İlerideki yazılarda biraz daha yakın tarihe gelerek bürokrasinin sorunlarına daha ayrıntılı olarak değineceğiz.

Yorumlar