Bir alanda başarılı olmanın ve ustalaşmanın yolu nedir? Cevabı basit aslında. Çünkü hemen her işte çalışma, disiplin ve adanmışlık anahtar sözcükler. Cevap bu kadar basit olsa da bu düsturları kararlılıkla hayata geçiren çok az insan oluyor. Çünkü günlük rutinleri ve bütün hayatı buna göre düzenlemek ve konfor alanlarından uzaklaşmak gerekiyor. Oysa insan konfora ve tembelliğe meyilli bir varlık.
Bir de imkan meselesi var tabi. Yani ailesinde yeterli geliri olmayan ve iyi bir eğitim imkanı bulamayan çoğunluklar çalışma hayatına erken yaşta atılmak zorunda kalıyor ve sanat, edebiyat, bilim gibi alanlarda imkan ve fırsat bulamıyor. Yine de insan hangi işi yapıyorsa yapsın ve koşullar ne olursa olsun o işi iyi yapmanın ve ustalaşmanın yolu özen ve daha çok çalışmaktan geçiyor.
Bu çerçevede konuya Tolstoy ve Orhan Pamuk açısından bakıldığında bu iki büyük yazarın bazı ortak noktaları olduğunu görüyoruz. Bu arada yeri gelmişken belirtelim, Pamuk Tolstoy adına verilen ve “Kafamda bir tuhaflık” adlı romanıyla kazandığı ödül için verdiği demeçte Tolstoy’u en büyük yazar olarak niteliyor.
Hani Pamuk’un dediği gibi, ey yolunu seçmiş insanlar, sizin durumunuz benimkinden ne kadar iyi. Çünkü bazı yazarların işin başında ne istediğini tam bilemediğini ama ne istemediğini tecrübe ederek ilerlediğini anlıyoruz. Tolstoy ve Pamuk’un gençlik yıllarındaki üniversite deneyimleri buna iyi bir örnek oluşturuyor kanımca.
Yaşadığı dönemde dünyanın en ünlü kişisi sayılan, bugün de yazdığı romanlar hala liste başında yer alan Tolstoy’un ilginç bir hayatı olduğu gibi yazarlık deneyimi de derslerle dolu.
Tolstoy’un 18 yaşından itibaren tutmaya başladığı günlüklerinde, daha işin başında “Yapman gerekeni, kararlılıkla, ne pahasına olursa olsun yap” diye yazdığını görüyoruz. Böylece bir adanmışlık ve kendine söz verme gibi ağır bir taahhüdün içine girmiş oluyor Tolstoy.
Tolstoy yazarlık ve kendini geliştirme anlamında sıkı kurallar koyuyor ve bunları dikkatle uygulamaya çalışıyor. Uygulayamadığı zamanlarda kendini acımasızca eleştiriyor.
Genç Tolstoy’un fiziksel ve duygusal iradeyi geliştirmek, entelektüel faaliyetleri geliştirmek başlıklarında günlüğüne bolca kurallar yazdığını anlıyoruz.
Bazen de hatalarından söz ediyor. Örneğin şunları yazmış:
“Bugünün bütün hataları: Kararsızlık, enerjisizlik, kendini aldatma, yeni bir şeyin kötü olduğunu sanma, acelecilik.”
Başka bir gün ise şunları yazmış:
“Titizlikle çalışmak ve bütün gücünü yoğunlaştırmak şart. Sonra bırak isterlerse kürsüye tükürsünler.”
Tolstoy yazarlık işine üniversite deneyimini yarıda bıraktıktan sonra sıkıca sarılıyor malum. Önce diplomat olmak amacıyla Kazan Üniversitesi’nde doğu dilleri bölümüne yazılıyor. Orayı bırakıyor ve hukuk fakültesine kaydoluyor. Orayı da bırakıyor ve çiftliğine dönüyor. Bütün zamanını çiftlik işleri ve yazarlığa veriyor. Öylesine kararlılık ve disiplin içinde hareket ediyor ki yazdıklarıyla büyük bir üne kavuşuyor.
Orhan Pamuk’un üniversite deneyimi de benzerlik gösteriyor aslında. Önce mimarlık okumaya başlayan Pamuk’un burayı bıraktığını, gazetecilik bölümüne kaydolduğunu görüyoruz. Bu bölümü de askerliği ertelemek ve diploması olması için seçtiğini söylüyor.
Pamuk da tıpkı Tolstoy gibi gençlik yıllarından itibaren yazarlığa sıkı sıkıya bağlanıyor ve bu alanda muhakkak başarılı olmak gerektiğine yönlendiriyor kendini.
İki yazar arasında başka bir ortak nokta da her ikisinin ailesinin de maddi durumlarının iyi olması ve çalışma hayatına atılmadan ve para sıkıntısı çekmeden yazarlık için gerekli zamanı yaratabilmesi.
Tolstoy bir soyluydu malum ve Yasnaya Polyana’da ailesinden kalan büyük toprakları vardı. Pamuk ise o kadar zengin olmasa da ailelerinin dedesini Berlin’e hukuk okumaya gönderecek kadar varlıklı ve bilinçli olduğunu görüyoruz.
Orhan Pamuk’un “Öteki Renkler” adlı kitabı onun hayatı ve yazarlık serüveni hakkında çok önemli bilgiler veriyor.
Orhan Pamuk 22 yaşında ilk romanını yazmaya başlıyor ve yıllar boyunca bir şekilde masasına ve çalışmasına bağlı olması gerektiği, kendi çalışmasına güvenmesi gerektiği konusunda kendini terbiye ettiğini söylüyor. Yalnızca yazmıyor ve kendi ifadesiyle olağanüstü miktarda da okuyor. Bu cümleleri “roman ve sabır” başlıklı yazısında belirtiyor.
Pamuk’un daha başından itibaren disiplinli ve kararlı bir şekilde edebiyat dünyasına adım attığını, çok miktarda okuduğunu ve yazmaya başladığını görüyoruz.
Bunun için günlük hayatını düzenlediğini ve örneğin 16 yıl boyunca geceleri çalıştığını, saat 4'te uyuduğunu söylüyor. Çalışma düzeni kızı doğduktan sonra daha farklı bir zaman dilimine yerleşiyor. Orhan Pamuk’un bir yazıhane kullandığını, evinden 15 dakika yürüyerek buraya gittiğini görüyoruz. Orhan Pamuk şöyle diyor:
Masaya oturunca terbiye edilmiş bir makine gibi yazının başına geçerim. Bazı törencikler, bazı kurallar, ezberlenmiş alışkanlıklar beni terbiye eder.
Şöyle devam ediyor yazar:
Yazarlık çok disiplinli bir iştir. Yüzlerce kuralınız olacak. Bunlar sizi çalışmaya itecek. Geleceksin, kahveni yapacaksın ve küçük törencikler başlayacak. Neler onlar: Masa üzerine kahve, küçük kağıtların. Yapılması gereken işlerin olur. Telefonu kaparsın, oturursun, seni çalışmaya zorlayacak şeyler yaptıkça mutlu olursun.
Pamuk şöyle bir şey de söylüyor:
Benim günümün çoğu sayfa üzerine bir şeyler yazmakla değil, volta atmakla, yani evin içinde disiplinli bir şekilde bir yerden bir yere hızlı hızlı gidip gelmekle geçer.
Görüldüğü üzere her iki yazarın da günlük rutinlerini amaçları doğrultusunda düzenlediğini, hayatın bir çok zevk alanı ve konfor bölgelerinden uzaklaşarak kendini çalışmaya verdiğini görüyoruz. Varlıklı olmaları önemli ama yine de belirleyici bir şey değil kanımca.
Yazıyı Orhan Pamuk’un şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
Biz yazarlar bir anlamda keşişizdir. Ama sonunda da sevilmek isteriz. Gerçek keşişler cenneti arzular, biz bu dünyada zafer ve başarı bekleriz.
Yorumlar
Yorum Gönder